20 Kasım 2016 Pazar

Korkularımızla Başa Çıkabilmeye Uğraşıyoruz


Yeğenim ve ben, bu hafta korkularımızla başa çıkabilmeye uğraştığımız bir hafta geçiriyoruz. Önce ben giriştim bu işe Salı günü, Perşembe günü de Kağanım. Bu dediklerim bir çırpıda olmadı ama tabii, günün ve haftanın bize getirdikleri dahilinde gelişti başa çıkabilmek durumunda kalmalarımız. Korkular ki, hayatı daha derinden yaşamamızı sağlayan bir gerçeği bu dünyanın... Anlatmaya başlayayım o zaman bende size, neler oldu neler bitti korkularımız dahilinde... :)


Geçen hafta Cuma günü annem ve benim yıllık sağlık kontrollerimizi yapmaya başladığımız gün oldu bu sene için. O gün beraber Genel Cerrahi Polikliniğine gidip Gastrit problemimiz için kontrol olmaya... Annemin de benim de şikayetlerimiz epeydir katlanarak devam eder halde. Annem de asitle beraber, bende çiğ olan bazı sebzelere hassasiyet ile beraber... Derken nihayet gidebildik Genel Cerrahi Polikliniğe ve kontrolden sonra önce ultrason sonra da Endoskopi isteğinde bulundu doktor. 

Endoskopi, anestezi yapıldıktan sonra ağızdan mideye kameralı hortum atılması demek kısaca. Bu beni korkutuyordu ama anestezi bölümüne gidene kadar daha sakin bir korku idi bu. İlk defa yaptırmayacağım sonuçta ama ilk defa bir rıza belgesi ile karşılaştım o gün, risklerin her türlüsünü kabul ettiğime dair maddelerin sıralandığı bir belge...

Anestezi odasına girmeden önce elimize aldığımız riskler belgesinde hafif şeyler bekliyordum ben; ama hafif başlayan maddeler, ağır risklere doğru gitmeye devam etti. O sırada insan şunu diyormuş; "Bu riskleri niye kabul ediyorum ki ben?". Bu dediklerimden sonra, kabul etmeyeceğime ve bu işlemi yaptırmayacağıma dair vazgeçme anlarını bile yaşadım. Ama annem ve babam rahatsızlıklarıma katlanıp katlanamayacağımı sordular, saatler süren şişkinliklerin kalbimi ve nefesimi daha da fazla yormaya başladığı anları. 


Yani, her halükarda riskler vardı etrafımızda...

Biliyorum bende, en küçük bile olsa her operasyon risk taşıyor ama o gün imzalayacağım belge bana ağır geldi. Başta konuşmayla devam eden itirazlarıma, minik gülme çapında gözyaşlarım da eklendi. Bu korkumun getirdiği davranışlarımdı. Hemen sakinleşemedim, "anladım kabul ediyorum yazısını da ismimi ve imzamı atmamı da" hemen gerçekleştiremedim. Birazcık gülme krizi gelmiş halimle bekledim, sonra düşündüm. Evet annemin dediği gibi ben bu işlemi iki kez yaptırmıştım, ama o zamanlar reşit değildim ve bu belgeleri ben imzalamamıştım. Tüm belgelerimi annem imzalıyordu ve bu riskleri bu kadar detaylı değil de yüzeysel girmiştim o operasyonlara. Şimdi benim korkum daha da fazla can tatlılığındandı, somut olarak daha da farkında oluşumaydı... 

Bu zamana kadar girdiğim her operasyonda (Kas gerdirme ameliyatı, endoskopi, anjiyo), aklımda tek bir ihtimal vardı; her operasyon her türlü riski içinde barındırır. O zamanki cesaret anlarımı düşünüp o belgeyi nihayetinde imzaladım. Ama o koridor bana geri kalan hayatımda ne yapacaklarımı, ne yapmak istediklerimi ve de neleri yapmadığımı düşündürdü; tıpkı diğer küçük büyük operasyonlarım ve sevdiklerimin operasyonlarında olduğu gibi...

Derken bu hallerle Anestezi doktorunun onayından bu operasyona girebileceğime dair onayı almak için odaya girene kadar sürdü bu hallerim. Girdiğimde kas erimesi hastalığımı, tam tanısını, kalp rahatsızlığımı ve bilimum şeyleri anlattım. Sonra ben sormaya başladım; "Ben biraz tedirginim bu operasyon için, operasyona kimler girecek, kim yapacak?" Anestezi doktoru olduğunu söyleyen abi "Ben anestezi ekibimle beraber gireceğim, korkmana gerek yok." dedi. Bunu söylemeden öncesinde hastalığımın tam tanısıyla ilgilenip bu rahatsızlığını bildiğini bildirmesi bile yeterli gelmişti zaten. Kalp doktorumun kontrolü ve onayını istedi, bakışları ve gülümseyişleriyle bana güven verip korkumun bir kısmını da onlar aldı götürdü...

Veri raporlama uzmanı olduğu kartında yazan abla, "Beni ne zaman çağırırsan, ben yanında olabilirim." dedi gülerek. "Adınız?" dedim, kartını gösterdi. Teşekkür ederek, adını aklıma not ettim. Çağıracağımdan emin olabileceğini belirttim, bir stres altına girdiğim anda... :) Can tatlığını düşünmeyi de, kötüyü çağırmayı da es geçtim. Ben canımdan da değil, yaşayabileceğim zorlukların risklerinden korktum daha çok. Ama bu korkuyu da atmam ve daha doğrusu bu korkuyla bir kez daha -hem de bu sırada- karşılaşmam gerekiyormuş... 

Velhasıl bir önceki yazımda belirtmiştim; "Birimizin enerjisi akıp da kimlere kimlere umut oluyor ve etkiliyor hiç düşündünüz mü?" Gülen Suratlar'a sahip o abla ve abi sayesinde de oldu biraz cesaretimi toplayabilmem ve yapabileceğime inanmam. Ben bir kez daha düşündüm, kimlerin enerjimizi ve umudumuzu olumlu yönde etkileyip etkileyemediğini... :)


Derken Perşembe günü geldi çattı, o sabah ise Nöroloji randevumuz vardı. Annem ile aynı anda girdik, şikayetlerimizi belirtip kan ve MR testlerine yönlendirildik. Kan testimizi verdik, MR'dan randevu aldık, doktorumun verdiği bir ilacı almak için Gemlik'imizin meydanındaki Bursaspor'un Timsah heykelinin hizasında bir yerde annemi beklemeye koyulduk. Kağanımın dikkatini çeken Timsah hayvanının yaşam koşulları oldu. Ve bu konuda sorular sormaya başladı;

"Teyze, Timsahların dişleri çok güçlü değil mi?" 
"Evet Kağancım çok güçlü."

"Teyzecim, Timsahların kemikleri var mı?" 
"Var Kağancım ama bizim kemik yapımız gibi değil."

"Kuyruğunda da kemik var mı?"
"Var diye biliyorum Kağancım ama eve gidince emin olmak için bakarız."

"Timsahlar ıssırır teyze değil mi?"
"Evet, doğaları gereği Kağancım."

Bu sorular zamana yayılarak sürdü gitti. Ben-babam ve Kağan gerek bu konuda, gerekse başka konularda fikir alışverişleri yapa yapa bir 10-15 dakikayı geçirdik arabanın içinde. Derken babam bir süre sonra, "Seni heykelin üzerine çıkarıp fotoğrafını çekelim ister misin Kağan?" diye sordu Kağan'a. Kağan, "Hayır istemem." dedi. Nedenini sorunca da, "O beni ıssırır bence, ben korkuyorum." cevabını verdi. Onun bir heykel olduğunu ve de ısıramayacağını belirttik elbette ama yeğenim ısrarla onun korkunç olduğunu ve ısıracağını söyledi. Aslında bıraksak korkusu sürer miydi bilmiyorum ama o korkusunun kalıcı olmamasını istediğimiz ve Gemlik'te yaşadığından ötürü bolca da o heykelini göreceğinden ötürü korkmaması gerektiğini düşündüğümüzden babam heykelle temasa sokup onu ikna etmeyi harekete geçirdi. 

"Gel yanına gidelim de gör ısırmayacağını. Hem dedene güvenmiyor musun? Sana zarar verecek bir şeye izin vermek ister miyim?" dedi babam. Arabadan çıktıysa da direksiyon başından inip arka taraf kapısını açtığında, "Hayır gelmeyeceğim." cevabını aldı yine Kağan'dan.  

Ben babama, "en iyisi bir yanına git baba heykelin görsün Kağan da bir zararı olmadığını" dedim. Babam heykele giderken Kağancım hala "Gitsin de dedem göreyim bir." diyordu. :) Babam gitti, timsah heykelinin ayağına ve ayağının altındaki topa dokundu. "Gördün mü Kağan, o sadece taştan yapılmış bir heykel." dedim ve babam gelince Kağan ikna olmuş şekilde açılan kapıdan indi böylece. O sırada annem de geldi telefonu ayarladı ve geçtiler kamera karşısına. Heykelin oraya çıkarttıktan sonra tereddüt içerisinde de olsa, korkma meselesi birazcık hala devam ediyor da olsa o fotoğrafı çekene dek durdu Kağanım. 

Üstteki fotoğrafta; Sağdaki fotoğrafı arabanın içinden ben, soldaki fotoğrafı da heykelin önünden babamlar çekti. Kağanım heykelin yanından indikten sonra mutlu ve korkusundan arınmıştı. Korkuyor musun Kağan? diye sorduğumuzda "Hayır" dedi. "Ama hala korkunç bence." diye de ekledi... Benim için bu sözler, Kağanım da korkusuyla başa çıkmış demekti... :)


Teyze-yeğen korkularımızla başa çıkabilmeye ve üstesinden gelmeye çalışıyoruz. Bu hafta böyle geçti. Haftaya Perşembe annemin ve benim Endoskopi için randevumuz var. Küçük operasyonlarda bile, insan hayatı sorguluyor. Yaşadığımız hayatın şu an'ı bile risklerle dolu, deyince kendime bunu sağlık için yapmam gerektiğini kendime bir kez daha belirtmiş oluyorum. Korkumun üstesinden epey gelebildim, kendi kendimle ve ailemle konuşarak. Perşembe gününe gelince de; annemle beraber o damar yollarını açtıracağız anesteziyi vermelerine izin verecek ve herşeyin hayırlısıyla ve güzelce geçip gideceğini düşünerek o operasyon gününü de atlatacağız. 

Kısacası, "korkularımızın esiri olmadan korkularımızdan arınabilmeliyiz" diyorum. Riskler almamızı değil, korkularımızın üstüne de gitmeyi değil, şartların gerektirdiği şekilde cesur davranabilmemizi diliyorum bizlere. Bu gerekirmiş hayatı ve yaşamayı şartlar dahilince göğüslemeye, ben bu hafta bunları anladım işte. Sevgilerimle... :)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bloğuma hoşgeldiniz. Yazımı okuduğunuz için teşekkür ederim.

İnşallah beni yorumlarınızdan mahrum bırakmazsınız... :)

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...