30 Eylül 2014 Salı

Fotoğraflarla 1 Haftam - #66- Sosyal Medyadan Uzakta


Fotoğraflarla 1 Haftam, her biten haftayı değerlendirmeye çalıştığım bir yazı dizisi. Bu yazı dizisi kimi zaman o haftayı nasıl geçirdiğimi düşünmemi sağlıyor, çoğu zaman da resimlerle sakladığım anılara dönüp baktığımda yazdıklarımla yeniden geri dönüyorum bu yazı dizisi sayesinde...

Diğer Fotoğraflarla 1 Haftam yazılarım için buraya,

Daha fazla fotoğraf için de İnstagram hesabım burada... :)


Sosyal Medyadan Uzakta, 1 haftalık ablamlarda geçirdiğimiz vakitten sonra, Babamın da İstanbul'daki turnuvalardan gelmesi ile döndük evimize geri; Yeğenim annem babam ve ben... Babam bilardo turnuvalarına gitti, biz de ablamlarda Kağan'ımın biraz anne-baba ile vakit geçirerek özlemini dindirme çabası içinde girdik. Haftasonu yetmiyor daha çok bir arada olmak istiyor kuzum. Böylece geçirdik 1 haftayı daha işte... Yine buradayım nihayet. Şöyle diyorum bu yazımda, bakalım sosyal medyadan uzakta neler yapmışız ablamlarda. İyi okumalar... :)



2 hafta önce Cuma günü gittik. İlk haftasonumuzda annem ve babam ertesi güne bizi yalnız bırakıp gittiler zaten. Babam kendi işine, annem kayıt yenileme işlerimle ve kışlık hazırlıklarıyla uğraşmaya ve bir de babama bavul hazırlamaya tabi.. Babam bu sene şükür çalışma durumunu bilardo maçlarına gidebileceği gibi ayarladı, lisansını onaylattı. Eee hal böyle olunca, hepimizi bir mutluluk sardı tabii. Babamın en büyük eğlencesi ve hayali bilardo sonuçta. :)

Derken biz de Kağan'ım ve ablam ile Cumartesi gününü miskinlik ile geçirdik. Tabii ablam işini yapmaktan ayrı kalmadı yine ama, biz Kağan ile gayet keyifli idik. :) Cumartesi günümüze meyve ile başlamış olabiliriz. Nereden bilebilirdim, ablamların evinde iştahımın açılacağını :(


Sosyal Medyadan Uzaklaşmışken, kitabımı elime aldım. Bana kalsa 1 değil 2-3 kitap götüresim vardı yanımda. Ama 1 almam da fena olmamış. 1 haftada bitiremedim bile. Ama Mero'mun verdiği seriye başlayabildim nihayet. Şimdilik güzel gidiyor. 4 serilik kitabın ilki bu. Bitiremedim ama yarıladım kitabı. Özlemiş olmama rağmen okumayı, bitiremedim yine de. Oysa ablamlara giderken çantama bir sürü kitap atasım vardı. Sarıldım yeniden kitaplarıma. Üzerimden attım sonbahar geçişinin izlerini... :)


Sosyal medyada var olmayabilirim, ama canım yeğenimin uyku hallerini çekmeden edemem yine de. Benim uyku hallerine sempatim olduğunu daha önceden de yazmıştım değil mi? :) (E Maşallah o zaman yine kuzuma)


Kağan'ım merdivenlerde oturma hevesine tutulunca evlerinde, annem de poza girmek istedi o anda. Eniştemin izin gününde, eniştemin objektifinden çıktı bu fotoğraf. Ama ne zamandır kayıp olan Mp3'ümden kafasını kaldıramayan Kağan pozu biraz bozmuş tabii... :)


Ve nihayet teyzemin Mp3'ünü buldular pozu bu da... :) 1 seneyi geçti sanırım kaybolalı. Mp3 çalarda müzik dinlemenin de tadı başka. İlk ve tek Mp3'üm o benim, kuzenim ile beraber aldığımız. Ayrıca eşyalarıma kıyamama gibi özelliğim vardır biraz. Yenisini almaktansa bunu bulmak daha hoş bir durum benim için... :)


Annemle ve ablamla bol bol kahve keyfi yaptık bu arada tabii. Benim için hoş bir durum olsa da, "kilo aldırır" diyen çok olacaktır biliyorum. Ama çok çok yemektense, bir bardak kahve candır arkadaş! :)


Beni Affet'i izlemeye devam ettik bu arada bir de. Tabii Eylül başında başlayan dizinin yeni bölümlerini fazla takip edemeyişimizi de giderdik böylece. Her ne kadar kendini sevdirdiği kadar gıcık ediyor da olsa, bu sene nihayet Eylül ile Feride'nin kardeş olduklarını öğrenmelerine ayrı bir sevinçliyiz. (Sevinçliyiz derken, 3 sene oldu arkadaşım geç bile kaldılar yan yanayken öğrenememekte!) :) Daha fazla bilgi için http://www.startv.com.tr/ 


Babasıyla film izledi kuzum bu arada baba-oğul. Hafta içi bir kanalda Alvin Ve Sincaplar vardı. Bu izleyişim 2 veya 3 oluyor. Ama anladım ki sevdiğim animasyonlar arasına girmiş hızla... :) Kağan'ımın da, ailemin de sevdiği ortak animasyon film oldu kendisi iyice. Ama cidden güzel bir film serisi yani...


Bu da bir duş sonrası pozumuz, anne-oğul. Can ikisi de, maşallah ablam ve yeğenime... İkisini de güldürmeyi başaran bana da aferin tabii :)


Ablamlarda kaldığımız 1 hafta boyunca, küçük televizyonlu odada kaldım yine. Evdeki büyük televizyonu geldiğimin ertesi günü yeni uydu frekanslarına göre ayarladım, küçük televizyonu ise dönmeden 2 gün önce. :) Babamın geldiği günün gecesi televizyon keyfi yaptım küçük odada. Eskiden benim odamdaydı küçük televizyonumuz, daha öncesiydi tabii bahsettiğimiz zaman. Özlemişim böyle bir keyif anını yani... İzlediğim dizi de Diğer Yarım'dı. :) 


Herkesin resmi var bir benim yok, bu da benden olsun. Saat 3 sularında, televizyon keyfi gecemden. :))


Ve bu resim de Pazar sabahından. Kağan dedesini çok özlemiş yine. Cumartesi akşamı geldi ablamlara babam, Pazar günü de kahvaltı da Kağan yanına geçti çayından höpürdetebilmek için biraz. Dede-torun ilişkileri işte hep bunlar... :)

Babam, Perşembe günü İstanbul'dan döndü, geride bıraktığımız Perşembe günü... İlk 3 günkü maçlarını başarıyla kazandı, güzel devam ediyordu. Perşembe günkü maçını 3 sayı ile kaybetmiş, ama sağlık olsun diyor babam da. Ve öğlenine döndü Bursa'ya. Sağlık olsun diyoruz biz de, yense de yenilse de kalbimiz onunla çünkü. Bir dahaki turnuvalarda hayallerini gerçekleştirmek için çabalamaya devam edecek yine. Oynamaya devam etmek bile babamın hayali zaten. Bundan sonra da hayırlısı olsun inşallah. Bileğine kuvvet olsun inşallah babamın... :)

Böyle geçti işte bir hafta. Gittik, takıldık, babam geldi, Pazar günkü keyfimizi yaptık ve akşamına Kağan'ımı uyutup geldik evimize... Hayat birarada oldukça güzel. Sevdiklerimizle geçirilen her anın değeri bir başka benim için. Bir arada geçirdiğimiz anlar hem Kağan'ıma hem de bizlere ilaç bence. Ara ara yapmaya devam edeceğimiz türden... 

Mutlu haftalar diliyorum yeni hafta için. Sevgi dolu, sevdiklerimizle dolu nice güzel anlarımız olsun. Sevgilerimle... 

29 Eylül 2014 Pazartesi

Özledim Yine, Döndüm İşte...



Merhaba, ben döndüm nihayet. 1 haftadır ablamlardaydık. Ve sosyal medyadan uzakta düşünmeye ve dinlenmeye ihtiyacımın olduğunu anladım bu süre içinde. Dinlenmiş bir biçimde dönmüşken, Alvin Ve Sincaplar (Simon ve Theodore) gibi bir kenardan izlediğim bloglara ve olmadığım zamanlarda şunu şunu yapmam gerek dediklerime odaklandım bugün... :)

Evet özledim. Ve hep derim, "Bazen uzaklaşmak ve özlemek gerekir, daha çok değerini bilmek ve daha iyi anlamak için sahip olduğumuz ve yapmak için çabaladığımız şeylerin değerini." :)

Kısacası ben geldim, buraya yazmayı da takip ettiğim blogları okumayı da özledim. Bol bol kitap okumaya, dinlenmeye çalıştım. Ve anladım ki, beni tatmin edecek derecede yapmayalı çok olmuş bu okuma eylemlerimi. Tahmin edilemeyecek kadar çok düşünmeye fırsat verdim kendime, evimizde düşünemedim diyemem. Ama düşüncelerimden sıyrılma gibi hayaller kurarken sürekli medyaya dalmaktı evde iken yaptığım. Bu da beni daha az düşünür yapmış aslında, hayallerim ve yapmam gerekenler konusunda. Düşüncelerimden korkmaz halde, kurduğum hayalleri gönderdiğim çıkmazlardan kurtardım geldim. Özledim ve dinlendim. Çok dinlendim, çok okudum, ama az yazdım.

Yani ben geldim. Sevgilerimle ve yine yazılarımda görüşmek üzere... :)

19 Eylül 2014 Cuma

İzledim - Aynı Yıldızın Altında


* Bu bir İzledim yazısıdır. :)


"Aşk sadece boşluğa haykırmaktır ve unutulmak kaçınılmaz. Hepimizin sonu gelecek ve bir gün bütün çabalarımız bir anda uçup gidecek. Güneşin sahip olacağımız tek dünyayı yutacağını da biliyorum. Ve sana aşığım."

Ne güzel bir aşk tanımı, ne güzel bir "seni seviyorum, gerisini düşünmek istemiyorum biz beraberken" deme şekli... :)

Kitabını okuyup, filmini izleyerek yazmak isterdim bu yazıyı aslında. Ama kitabından önce dayanamayıp filmini izledim. Kitap henüz elimde bile değilse de, ilk elime geçtiğinde okuyup Filmi Olan Kitaplar köşeme yazısını yazmaya çalışacağım... Kitabın yazarı John Green, kitabın İngilizce İsmi de The Fault İn Our Stars...

Bu filmi hafta başında izledim. Ama yazısını hemen yazamadım. Nasıl yazar, nasıl ederim bilemedim çünkü. Bunda kafamın bu sıra çok dolu olmasının da etkisi vardı tabii ki... Fragmanını 2-3 hafta önce izlediğim, kitabını ise 1 yıla yakın süredir raflarda gördüğüm bir yapıt. Yazarının kitapta yazdığı gibi, sadece birkaç ufak eksiklikler ile filme taşındığı söyleniyor. Yazarının kalemine sağlık, filmde emeği geçenlere sağlık diyebildim ben izledikten sonra...


Filmde zor bir aşk konu alınıyor. Şöyle düşündüm izlerken; hep derler ya hani, "Aşkınız zorluklara karşı ayakta durabiliyorsa gerçektir." Tamı tamına böyle bir cümle yok elbet, Türk filmlerinde de aşk filmlerinde de çoğunlukla ana tema budur ya hani, Aşk temasına uyan bir yapıt olmuş bence...

Hastalıkta sağlıkta dediğimiz olguya tutulan bir aşk hikayesine sahiplik ediyor Aynı Yıldızın Altında. Hazel Grace Lancaster ve Augustus Waters, bu aşkın baş kahramanları... Aslında izledikten sonra şöyle diyen çok olacaktır eminim, "Klasikleşmiş bir aşk hikayesi, kız hasta oğlan hasta." Uzaktaki Anılar filmi ve sonra bu film derken artık şöyle düşünüyorum; konu ne olursa olsun önemli olan onu iyi sunabilen taraf olabilmek... Bence Aynı Yıldızın Altında filminde bu sunum başarılı olmuş.


Kısaca filmden de bahsedecek olursak, Hazel Grace kanser hastasıdır. Anne ve babasının ısrarları ile grup tedavisine gider. Bu grup tedavisinde ise Augustus Waters ile tanışır. Aşk karşısına çıkmaz sanırken, birden belirir karşısında Augustus. Hasta olmasının onu uzaklaştırmadığını anlatır. Tek istediği aşık olduğu kız ile beraber vakit geçirebilmek iken, sevdiği kızın hayalini gerçekleştirir. Bu durum aşka yanaşmak istemeyen Hazel Grace'i ona yaklaştırır. Hazel Grace'in de dediği gibi, "Sayılı günlerle sonsuzluğu bulurlar birbirlerinin sevgilerinde." :)

Ben beğendim filmi, sıkılmadan izlenebileceğini düşünüyorum. Ve hepimize sonsuzluğu verebilecek aşkımızı bulabilme dileklerimi sunuyorum, bu Cuma gününde... :)

Bir de bu film üzerine şunu söylemek istiyorum; Aşk tokdur hayata, hastalık, acı, ölüm tanımaz... Aşk sevgiye açtır, verilebildiği kadar sevgi almak ister. (Bu filmden anladığım ve benim gerçek aşk için düşündüğüm tanım budur... )

Sevgilerimle... :)

17 Eylül 2014 Çarşamba

Fotoğraflarla 1 Haftam - #65


Fotoğraflarla 1 Haftam, her biten haftayı değerlendirmeye çalıştığım bir yazı dizisi. Bu yazı dizisi kimi zaman o haftayı nasıl geçirdiğimi düşünmemi sağlıyor, çoğu zaman da resimlerle sakladığım anılara dönüp baktığımda yazdıklarımla yeniden geri dönüyorum bu yazı dizisi sayesinde...

Diğer Fotoğraflarla 1 Haftam yazılarım için buraya,

Daha fazla fotoğraf için de İnstagram hesabım burada... :)


Hafta ortasında ne Fotoğraflarla 1 Haftam'ı dediğinizi duyar gibiyim. (Demiyorsanız da ben öyle hayal etmek istiyorum :) )

Bugün Geldi Fotoğraflarla 1 Haftam, çünkü bu hafta yazsam mı yazmasam mı bilemedim. Bu yazı dizim konusunda dikkat etmemi söyledi bir kuş, hafta içinde paylaşımda bulunduğum fotoğrafları değerlendiriyorum sadece diye. :) Bende dikkat etmeye çalışırım ama bu bir haftayı değerlendirme yazısı sonuçta dedim. Sonuç, bunu düşünürken yazı bugüne kaldı.

İlk başlardaki gibi, birkaç ufak ayrıntıları da katarak devam edeyim bir süre diyorum. Kışın gelmesi ile veya 2014'ün bitmesi ile bu yazıyı yazmama kararı da alabilirim diye düşünüyorum aslında. Bakalım kısmet herşey... :)


Haftaya kuzumun halsizliği ve azıcık üşütmüşlüğü ile başladık geçen hafta. Kuzum ancak uyudu da kendine geldi. Onun her hali güzel de, bu hasta halleri hiç hoş değil. Kuzularımız hasta olmasın inşallah... 


Salı günü Damlam davet etmişti beni oturmaya. Uzun zaman sonra onlara oturmaya gittim, annemin yardımıyla. İkimiz için de değişik oldu bu durum. Sağolsun bana köpüklü bir kahve yaptı, Atatürk resmi ve imzası bulunan bir kahve fincanında getirdi kahvelerimizi. :) Sağolsun misafirperverliği çok iyiydi, sohbetimizi ettk ve okuluna dönmeden önce güzel vakit geçirmeye baktık iyice...


Daha sonra uyumamış olan Kağan'ımı da aldı bizim evden Damla. Beraber Damla'ların kedisi ile oynadık bol bol ve dans ettiler Damla ile... Güzel bir gündü. Güzel günler geçirebilmeyi diliyorum nice nice, ailemle, arkadaşlarımla ve sevdiklerimle... :)


Cumartesi günü Ablam ile eniştem geldi. Beraber çay keyfi yapmak için oturduk ama bana ağırlık çöktü nedense daha sonra. Yattım uzandım, onları dinledim ve izledim. Böylece farketmeden ayaklarımın gözüktüğü bir fotoğraf çekme modasına geçte olsa uymuş oldum. =) Resmi bilgisayarda gördükten sonra farkettim bir de...


Bizimkilerin ne yaptığını sorarsanız; ablamın telefonundan Kağan'ın eski fotoğraflarına bakıyorlar. Nasıl büyüdü, eskiden neler neler yapıyordu sohbeti döndüğü sulardan bir resimdi üstteki resim... Canım ailem benim, iyiki varlar. Babam bu resimde yok maalesef, o sırada yorgundu uzanıyordu o da. Malum çalışmaya başladı epey yoruluyor, Allah yardımcısı olsun... :)

Kısacası güzel bir haftaydı. Bu hafta da böyle olsun dedim Fotoğraflarla 1 Haftam. İnstagram veya sosyal hesaplarımda paylaştığım fotoğrafları değil de, paylaşmadığım ayrıntıları yazayım dedim. Böyle de güzel ama diğer türlü de güzel bence. Ara sıra karışık gelir bu yazı olmadı. Nasıl denk gelirse yanii. Sevgilerimle... :)

Daha fazla fotoğraf için İnstagram hesabım; İnstagram.com/didolatte_

İzledim - A Walk To Remember - Uzaktaki Anılar


*Bu bir İzledim yazısıdır... :)


Ne zamandır izlemeyi istediğim bir filmdi, geçen hafta nihayet izlemek kısmet oldu. Sonunda izleme listeme geri dönebildim. Film izlemeyi, hele böyle üst üste filmler izlemeyi çok özlemişim... :)

A Walk To Remember, Türkçe'ye çevrilmiş ismiyle Uzaktaki Anılar; Shane West ve Mandy Moore'un oyunculuğunda güzel bir aşk hikayesi anlatan bir film. Türkçeye Uzaktaki Anılar olarak çevirilmiş 2002 yapımı bir film. Benim izlemekten sıkılmayacağım filmler arasına giren bir film...

Filmin ayrıntısına çok girmeyeceğim, izlemek isterseniz diye. Ama filmde; okulun popüler ve uçarı oğlanı London ile, çalışkan ve kendi halinde sade bir kız olan Jamie'nin yakınlaşması konu alınıyor. Hep şöyle görülür ya hani, popülerler popülerlerle takılır, oğlan önce bunu benimsediği için yaklaşamasa da Jamie'de hayaller kurabilme gücünü hissediyor. "Gerçek aşk iyiliğe doğru teşvik eden, geleceği şekillendirebilme gücü verendir. Değiştirmez, hasta etmez; iyileştirir." diyor bence film. 

Evet belki klasik bir senaryosu var, alışılagelmiş. Ama filmi izlerken sıkılmadım hiç. Aksine içimde hissettiğim bir tanımı yinelememi sağladı, bana göre aşk tanımını. 

Ve bana göre aşk; Değiştiren değil, geliştiren olmalıdır. Aşık olunca güzel kılmak istersin seni seven ve sevdiğin için ruhunu. Üzmek değil mutlu etmek istersin. Gerçek mutluluk da mutlu edebilmekten geçer bence. Sevmek ise sevilmenin verdiği duygu ile kucaklamaktır, kusurlarıyla ve yanlışlarıyla. Ve ne olursa olsun şartlar, birbirinden vazgeçmek en son iştir. Çünkü aşk ben değil, biz olma duygusuna kapılmaktır. Saygı da, özveri de, sadakatte bulunmalıdır aşkta; uyuma gidebilme çabası gösterilebilmelidir daima...

Filmin bende hissettirdikleri bunlardı. Ben neredeyse her çeşit filmi izleyebilirim, korku filmi hariç, ama romantik filmlerin yeri bende ayrı. Hem sakinlik veriyor insana, hem de düşünmesini sağlıyor daha çok kişinin. Romantizm iyidir ya, kendine getirir duyguları... :)

Sevgilerimle...

14 Eylül 2014 Pazar

Oyun Hamuru İle Oyun Vaktimiz


Bitmek üzere olan bir haftanın haftaiçindeki oyun vaktimizle dolu bir günümüzden bahsederek bitirelim bu haftayı dedim... :) Bu hafta içinde Kağan'ım ve Damla'm ile oyun vaktimiz oldu, Kağan'ımın babasının -Yani eniştemin- aldığımı oyun hamurları ile...


Ciddiyetlerine bakar mısınız, ikisi de harıl harıl bir şeyler yapmaya çalışıyorlar. Maşallah canlara, ellerine sağlık... :) 

Hafta içinde, Çarşamba günü Eniştem işlerini halledip Kağan ile geri kalan izin günlerini geçirmek için bize geldi. Cuma'ya kadar bizde idi. İlk geldiği gün, Kağan'ıma oyun hamuru, bana da birçok kalem almış sağolsun. E malum benim de Açıköğretim de 3.senem başlayacak, yarın yeni dönem kayıtlarımın başlaması ile... :)

Oyun hamuru ile küçüklüğümde öyle çok oynamışımdır ki, her gördüğümde bir alışveriş merkezinin oyuncak reyonunda "Ah nasıl da oynardım" derim. Oyun hamurlarını alıp elimde yoğurmaya başlayınca Çarşamba günü "Biz ne yapıyorduk, nasıl oynuyorduk ki bunlarla" diye düşünmeye başladım. Sadece elimde oynamak bile öylesi iyi geldi ki, küçüklüğümü anımsadım hemen.

Kağan'ıma hamur yoğurmayı gösterdik; elde sıkıyor şekil veriyor, sonra da masa üstüne hamuru koyup avuç içini oklava gibi kullanarak inceltiyor canım benim. :) Oyun hamuru hem el becerilerini hem de hayal gücünü geliştirebilmek için bir numara oyuncaklardan bence...

Kağan'ımız kadar bizim de oynayasımız varmış dedik sonra. Damla ile kaptırdık resmen kendimizi Oyun hamuruyla oynamaya. Eniştem de biraz elinde yoğurdu bir şeyler yapmaya çalıştı Kağan'la beraber. Sonra çarşıda yapması gereken bir iş geldi aklına, gitti bir süreliğine. Kağan'ım hamurlarla oynamanın keyfine öyle bir dalmış ki, gittiğini bile anlamadı bir süre... :)


Hepimize yaradı o gün kısaca... Her ne kadar bir şey yapamayacak gibi görünsek de başta, ikimizin de aklına internete bakmak geldi sonra. İnternetin gözünü seveyim... Ben birkaç kere araba yapmaya çalıştım ama olmadı. Damlam ise; önce bu üstteki böceği yaptı hamurlarla, sonra da alttaki kurbağayı... Gördüğünüz gibi Damla benden daha becerikli olduğunu ispatlamış bulundu böylece. :) 

Ve sonra Oyun hamurlarından Kağan'ı ayırmak epey zor oldu tabi. Her ne kadar biz de bırakmak istememiş olsak da, ben ciddi ciddi neler yaptığımı hatırlayamadığıma bozuldum biraz. :) Yeni hamur olduğundan mı bilmiyorum, biraz elde nokta nokta bir şeyler bırakıyor. Ovalayınca çıkıyor sonra, silgi tozu gibi demek istediğim...


Unutmadım veya unutmam sanıyordum oyun hamurları ile oynadığım zamanlarımı. Yaşadığım güzel oyunların bıraktığı hisleri hatırlıyorum da, neler yaptığımı hatırlamıyormuşum meğer. Ne kadar garip geldi bu durum bana o günden sonra bir bilseniz... :)  Oyun hamurunun markası,Play-Doh bu arada. Küçükken benim de Play-Doh'm vardı... 

Kısacası böyle bir oyun vaktimiz oldu, buraya not etmek istedim. Kağan'ım yavaş yavaş daha çok oyun vakitlerine dalıp gidiyor bu sıra. Artık daha çok hissediliyor oyun çağında olduğu. Büyüyor ve birçok konuda bilinçleniyor olması hala bazen o kadar garip geliyor ki. Her halinin tadını doya doya yaşamaya çalışıyorum bende her an. Yeğen sahibi olmak çok başka... :) 

Yeni hafta mutlu bir hafta olsun, okullar da açılıyormuş yarın; sağlık ve mutluluk dolu başarılar tüm öğrencilerin olsun. Sevgiler... :)

13 Eylül 2014 Cumartesi

Engelleniyoruz; Engel-Li Kaldırımlar...


Bazı kaldırımlar vardır Engelli kaldırımı, bazı kaldırımlar da vardır Engel-Li kaldırım... Bu ayrımı ülkemde yapamayacak insan yoktur diye düşünüyorum. Böyle yolların zorluğunu yaşayan biri olarak 2 senedir, bu yazıyı yazmayı uygun gördüm. Ve nihayet yazabilecek bir resim çekebildiğim için, bu zamana kaldı... Lütfen yazımı okuyun, siz de bize yardımcı olun...


Geçen hafta Pazartesi, Yani 1 Eylül 2014 günü, Pazartesi Gezmesi yapmıştık, Ankara'dan misafirlerimizle. Yazısı burada... Yukarıda görünen resim, Bursa-Heykel'de bir ara sokaktan. Bu karşılaştığımız Engel-Li Kaldırım, ne ilk ne de son. Ülkemde bu ve bunun gibi birçok Engel-Li kaldırım var. Engelliler için değil, Engellemek için yapılmış gibi yani...

Size bu kaldırımın neden engelli olduğunu da anlatayım; 

O gün, ara sokaktan bir otopark'a arabamızı park edip, babam akülü sandalyemi kurdu gezebilmek için. Böylece gezme eylemimizi gerçekleştirmek için annemler yürümeye bende akülü sandalyemi sürmeye başladım. Burası anayoldan ayrılan, tek yön olabilecek dar bir mahalle. Ve tek yapabileceğimiz de kaldırımdan gitmekti bu durumda. 

Kaldırıma çıkıp biraz ilerledikten sonra şu direğin bulunduğu yere geldik. Kaldırım da dar olduğundan, biraz korkarak ilerledim. Arkamdan babamın tutmasını istedim bir de. Direğin arkasında kalan apartman girişine kadar geldiğimizde, "ötesine gidemem" dedim. Babam sandı ki, direğin yanından geçemem diye. Oysa geçemem dediğim yer kuaför tabelasının bulunduğu yerdi. Babam "geçersin" dedi, bende ilerledim. 

Söylediğim gibi, kuaför tabelasının altına geldiğim an, tabelanın sivri kısmı bacağımın üstüne gelene kadar gittim. Bu da o kaldırıma Engel-Li Kaldırım dememe sebep oldu. Benim şansım vardı, babam arkamda idi. Geri geri giderek, babamın arkadan da tutması ile kaldırımdan normal bir insanın inmesi gibi indik akülü sandalyemle, önce saldanyemin ön tekerlekleri sonra da arka tekerlekleri... Düşünmüyor değilim, ya arkamda babam olmasaydı?

Dönüşte kaldırıma çıkmadan devam etmek durumunda kaldım yolda. Ama burayı fotoğraflamayı da ihmal etmedim... Akülü sandalyemin şarjının bitmek üzere olmasından ötürü, biraz hızlı çekmek zorunda kaldım. Resimdeki titreme bir an önce çekmek istediğimden oluştu yani. Aynı zamanda, yoldan gidiyor olmam da çabucak çekme çabamı oluşturdu...

Ve gördüğünüz gibi orada bir de görme engelli yolu var, Sarı şeritle kaplanmış bir kaldırım orası. Dar bir kaldırımdan bir görme engellinin devam etmesi ne kadar kolaydır sizce? Üstelik resimde görülen, iş yerinin çalışanının olduğu yerde kaldırım üstünde bar tabureleri de atılmış. Orası bir engelli kaldırımı olmaya aday değil, Engel-Li kaldırım olmaya adaydır... 


Kapalı Çarşının bu kısmından çıkarsanız, hemen ara sokak caddenin karşısında...

Diyeceğim o ki; 

Ülkemde maalesef Engelliler için kaldırımdan çok, Engelleme amaçlı kaldırım bulunuyor. Bu duruma bir çözüm bulabilmek için, sizler de birşey yapar mısınız? Sadece biz engelliler için değil, hepimiz için? Desteğinize ihtiyacım var.

Bugünden sonra, sizde oturduğunuz şehirde gördüğünüz Engel-Li Kaldırımları çekin ve lütfen Engel-Li Kaldırım - Ve bulunduğunuz ilin ismini başlık atarak yayınlayın. Bende gördükçe, linkleri sitemde paylaşacağım. Böylece belediyeler farkında değilse de, farkındalık oluşturup belediyeleri göreve çağırabiliriz. 


Bunu şu sebeple yapıyorum; 

Antalya'da da Bursa'da da, Tekerlekli Sandalye ve Akülü Sandalye kullanmaya başladığımdan beri bir sürü Engel-Li yol ve Engel-Li Kaldırım ile karşılaştım. Ama umut etmekten vazgeçmeyip, bu durumu düzeltebilmek için çaba göstermeyi tercih ediyorum. Bu yazımda amacım, engellilere yönelik yapılandırılan sokakların yanlışları hakkında düzenleme yapılmasıyla ilgili farkındalık oluşturmaktır. 

Antalya'da yol kenarlarında olan kaldırımların engelli rampaları ya yüksek ya da bozuk. Görüntülemem mümkün olmadı geçen sene, çünkü hem karanlıktı hem de yol kenarıydı deneyimlediğimizde. Bundan sonra karşıma çıktıkça fotoğraflamaya ve paylaşmaya daha çok çabalayacağım böyle yerleri. Her ne kadar yaz bitiyor olduğundan ötürü çok sokağa çıkamayacak olsam bile... Yurdumun dört bir yanından engellenmeye karşı belediyelerimizi bilinçlendirebiliriz. 

Umudum var, bunu başarabiliriz. Engelli olarak eve hapsolmamak, bu ülkenin vatandaşı olarak özgür gezebilmek için... :)

Okuduğunuz için teşekkür ederim. Paylaşıp, yapabileceklerimiz hakkında yorum kısmında bilgi verirseniz sevinirim. 

Sevgilerimle... :)


Not: Büyükşehir Belediyesini aramayı düşünüyorum. Ama açıkçası benim en iyi yapabildiğim şeylerden biri konuşabilmek olduğu kadar yazmak. Ve bürokratik işlemlerden yana umudum şu yönde, bir tek resim ile bir yeri yaparlar mı bilemiyorum. Bu sebeplerle öncelikle yazmayı tercih ettim. Benim amacım sadece tek bir şehirde değil, tüm ülkemde yaşadığımız sorunları dile getirebilmek ve çözümlendirebilmek. Umarım sizlerde yardımcı olursunuz. Şimdiden teşekkür ederim... :)

12 Eylül 2014 Cuma

İzledim - 2 Film Birden - Zamana Karşı Ve Başlangıç


* Bu bir İzledim yazısıdır...


3 gündür Eniştem bizimleydi, bugün evlerine döndü geri. Henüz yıllık izni bitmemişken, işlerini bitirip geldi Kağan ile vakit geçirmeye Baba-Oğul. Pazartesi iş başı yapacak tekrar. Şimdilik evlerinin tek direği ablamdı yani... :)

İlk geldiği gün Kağan'ımı uyuttuktan sonra Zamana Karşı filmini izlemeye karar verdik gündüz. Tabii Kağan'ım uyandıktan sonra, filmin son 1 saati 1,5 saate çıktı tabii. :)

Ertesi gün ise, Başlangıç (Inception) filmini izledik. İkisine de ortak yorumum, güzel bir film keyfi yaşattıkları... 

Zamana Karşı (In Time):


Eniştemin geldiği gün, Kağan'ımı gündüz uykusuna yatırdıktan sonra film izleyelim dedik. İkimizin de aklına bu film geldi. Sebebi 3 ay kadar önce bir Pazar günü televizyonda bir kanalda rastgelmiş, ancak sonunu getirememiş olmamızdı. Ben filmin ismini unuttuğumdan izleyemedim daha sonra, eniştem ile ablam da fırsatları olmadığından. Sonuç, ikimizin de çok hoşuna giderek izledik ve bitirdik filmi bu sefer...

Filmde, insan ırkının genetikleriyle oynanılmış. Her insan, 25'ine geldikten sonra kolundaki zaman dilimine göre yaşıyor. Ve dış görünüşü 25 yaşındaki hallerinde kalıyor. Herşey bu yöntemle işleniyor. Yaşamın para birimi ise zaman. Tüm ihtiyaçları onun üzerinden karşılanıyor, tüm yaşamları kollarındaki zaman dilimine bağlı oluyor...


Filmde fakir olan ölüyor, zengin olan yaşıyor. Bu düzen değiştirilemez diye bildikleri için, böyle sürüp gidiyor. Taa ki günün birinde baş karakterimizin annesi ölene dek. Yasını tutarken karşısına çıkan adamdan öğendikleri bu düzeni değiştirmeye çalışmasına sebep oluyor. Zaman transferi yapılabiliyor, yaşama zamanınızı çoğaltabiliyor veya azaltabiliyorsunuz. Bu size kalmış yani... Karşısına çıkan adam tarafından, bol zamana sahip oluyor böylece...

Düzeni değiştirebileceğini öğrenen ve eline bol miktarda bir zaman geçiren baş karakterimiz, zenginlerin şehrine geçiş yapıyor. Ve burada, zaman bankasının kızını kaçırıyor ve bu düzeni beraberce değiştirmeye çalışıyorlar. Film bilim kurgu tarzında, eğlenceli bir film bence. Bol hareketli ve güzel bir hayal ürünü film... Oyuncuları da kurgusu da hoş bir filmdi, tavsiye ederim. :)

Başlangıç (İnception):


Oyuncu kadrosu geniş bir filmdi İnception da. Ne zamandır izlemeyi düşündüğüm bir filmdi, Zamana Karşı filmini izledikten sonraki güne kısmet oldu şükür. Enişteme uzun ve başlarda da sıkıcı gelmiş olsa da, ikimizde sonradan işin özünü kavradık... 

İnsanların rüyalarını, fikirlerini ve düşüncelerini çalabilen ve bilinçaltlarını inşa edebilen bir düzen işliyor bu filmde de. Gerçek bedeni gerçek dünyaya bırakıp, rüyalar alemine geçiş yapabilen insanlar var. Rüyalar aracılığıyla fikirleri, düşünceleri ve kararları değiştirebilme yetisine sahip olmak büyük bir marifet... Kurgu cidden hoşuma gitti...

Filmin oyuncularından kurgusuna kadar, güzel bir düzenek kurulmuş. Hele ki rüya içinde rüya fikri, işi daha da enteresanlaştırıyor. Gerçek dünyada olsa böyle şeyler diye düşünmeden edemedim izlerken. Bir de çok rüya gören bir kişi olarak, "Gerçek dünyada rüyaları yönetebiliyor olmak, nasıl tehlikeli bir şey olurdu" diye düşündüm. Zaten herşeyin kontrol edilebilir olması, başlı başına bir savaş sebebi olurdu ya. :)




Leonardo Di Caprio, Joseph Gordon-Levitt, Ellen Page, Tom Hardy, Marion Cotillard gibi oyuncular bulunuyor filmin içinde. Oyuncular güzel, kurgu güzel. Anlatılamaz aslında, kurgu başta çabuk anlaşılamıyor. Ama 10 dakika sabretmek gerekiyor bence. Berrak kafayla veya odaklanarak izlenildiği zaman, zevk alınarak izlenebilecek bir film. Bilim kurgunun sınırlarını zorlamışlar dedim ben bu işe ve rüyalar ile ilgili sınırları zorlamak benim işimdir esasında ama, hadi neyse... :)


Kısacası, izledim ve iki filmden de zevk aldım. Cidden emek sarfedilmiş filmler olduklarını düşünüyorum. Emekleri geçen herkese helal olsun... 


Kendimce yorum yaptım yine. Ben beğendim, umarım sizde izler ve pişman olmazsınız izlediğinize. Sevgilerimle... :) 

10 Eylül 2014 Çarşamba

Pazartesi Gezmesi...



Geçen hafta Pazartesi günü sabahı (0109.2014), Antalya'dan misafirimiz olan dayımları Antalya yolculuklarına uğurladıktan sonra akşam üstü Saniye Teyzem ve Kamil Amcam ile gezmeye çıktık; Annem babam ve ben... Bu yazı o Pazartesi'nin gezme yazısı... :) Aslında çok fazla fotoğraf çekemedim o gün. Ama o günün anısına burada bir köşede dursun istedim... :)

Gittiğimiz yer Ulu Camii'nin yanında Bursa Kapalı Çarşı'sıydı. Tabii öncesinde karnımızı doyurmayı tercih ettik. :)


Saniye Teyzem ile Annem, siparişlerimizi beklerken yine şakalaşıyorlardı. Onların bu şakalaşma hallerini seviyorum. :)


Babamla Kamil amcamda bizden önce bir çorba faslına geçtiler. Açtık ama keyifler yerinde görüldüğü üzere... :)


Ve toplu fotoğrafsız olmaz. Oturduğumuz restoranın çalışanlarından biri sağolsun fotoğrafımızı çekti... Akşam güneşi güzelin yüzüne vururmuş, bilmem anlatabildim mi? :D


Karnımızı doyurup kalkmak üzere iken, bizlere kolonyalı mendil getirdiler. Sunumu hoşuma gitti doğrusu. Kolonyalı mendilin de sunumumu olurmuş demeyin. :) Getirildiği tabak da, kendisinin bulunduğu saman kağıdı tarzındaki koruması da çok şıktı bence sunum açısından... :)



Annemler karşı tarafa geçip oradan alt geçitten geçerek, görünen Orhangazi Çarşısı içinden geldiler. Babam, Kamil amca ve ben ise dümdüz yürüyerek... Heykel güzel ya, tüm trafiğine rağmen... :)


Ulucami parkının orada annemleri bekledik bir süre, beklemişken de boş durmayayım dedim babamın fotoğrafını hareketli su havuzunun önünde çekeyim dedim. Normalde süs havuzu deniyor ama ben hareketli su havuzu demeyi tercih ediyorum... :)


Annemler gelince onları çekmemek olmaz dedim poza girmelerini istedim, karşınızda Saniye teyzem ve annem... :) 


Topluluk pozunu da alınca Hareketli Su Havuzunun önünde, geçiyoruz bir an önce alışverişe. :)



Güzel bir gezi ekibimiz var ama değil mi, ben yine Akülü Sandalyemden eşlik ettim. Ben üstteki pozları, Saniye teyzem de bu pozu çekti yani beni... :)


Havlucular Çarşısına, Bakırcılar Çarşısına ve Kuyumcular Çarşısına baktık. Günün kazançlısı havlucular çarşısı oldu bizden yana... :) 

Bir de eklemeden edemeyeceğim, önce Bakırcılar Çarşısına geçebilmek için girdiğimiz ilk çarşıda önümüze merdivenler çıktı. Tam dönecekken, birkaç genç dükkan çalışanları "Yardımcı olalım, biz indirelim" dediler. Ben her ne kadar, "Sandalyemin aküleri ve kendisi çok ağır, indiremezsiniz zahmet olmasın." desem de, "Benim ilk değil, taşırız abla." dediler annemlere. Gerçekten de dedikleri gibi taşıdılar, helal olsun. Allah razı olsun o gençlerden. Bize yardımcı oldular, Allahım işlerini rast getirsin inşallah... :)


Kısacası, böyle iyi insanlarda var ve böyle güzel yerlerde var Bursa'mda; her ne kadar çok fotoğraf çekememiş olsam da ufak ayrıntılar bunlar... :) Başka bir zaman yine gezme fırsatı olursa, o zaman yeniden fotoğraf çekmeye çalışma kararı aldım kendime... İlk gidişim değilse de, Kapalı Çarşı'ya bu sefer de ne kitapçılar çarşısına ne de kumaşçılar çarşısına gidebildim. Görmek istediğim yerler bu ikisiydi yine aslında... :)


ULUCAMİ'nin girişini çekebildim en azından. Buraya en son gittiğimde, biraz küçüktüm ama çok iyi hatırlıyorum. İçi, dışı ayrı güzel ULUCAMİ'nin. Tabii o zaman ayakta idim küçükken gittiğimde, küçüklükten çat pat hatırlasam da tam hatırlamadığım yerleri yeniden görmeyi istiyorum doğrusu... :)

Bu arada Bursa Ulu Camii; aslen zaviye olarak yapılan, sonradan cami olarak kullanılmaya başlanmış olmasına rağmen çok ayaklı cami şemasının en klasik ve anıtsal örneği sayılır. Bilgi Vikipedi'den, daha fazla bilgi için buraya bakabilirsiniz...


Bu nasıl bir yazı oldu tam bende bilmiyorum. İlla dolu dolu eski mekanlarla dolu olmayabiliyor gezi anlarımız. Bu da öyle bir gündü. Bursa'mın güzel yerlerinden güzel ve daha çok resimle dolu dolu bir yazı olmasını isterdim ama olmadı. :) 

Üstteki ve bu yazının son resimine gelecek olursak, arabamızı bıraktığımız otoparkın bahçesinde Saniye teyzem Nar Ağacını çekerken... Babam benim sandalyeyi yerleştirirken bile boş duramıyoruz, teknoloji her an her yerde yani... :) 

Sevgilerimle, bu da böyle bir yazı oldu işte... 

9 Eylül 2014 Salı

Fotoğraflarla 1 Haftam - #64


Fotoğraflarla 1 Haftam, her biten haftayı değerlendirmeye çalıştığım bir yazı dizisi. Bu yazı dizisi kimi zaman o haftayı nasıl geçirdiğimi düşünmemi sağlıyor, çoğu zaman da resimlerle sakladığım anılara dönüp baktığımda yazdıklarımla yeniden geri dönüyorum bu yazı dizisi sayesinde...

Diğer Fotoğraflarla 1 Haftam yazılarım için buraya,

Daha fazla fotoğraf için de İnstagram hesabım burada... :)


Yeni haftanın da başlamasıyla, bir haftayı daha geride bıraktık. Affola, geçen haftaki gibi bu hafta da yazım 1 günlük gecikti... :) 

Bakalım geride bıraktığımız hafta nasıl geçmiş? 


Geride bıraktığımız haftaya, son misafirlerimizi yolculamadan bir gün öncesinde gezerek başlattık. Üstteki resim Kapalı Çarşının girişlerinden birinde bulunan bir parkın orada tarafımdan çekildi. Yazısını yazmak için çabalıyorum ama bir türlü elim gitmedi nedense. Pazartesi Gezmesi adlı yazım da, Yarına artık kısmetse... :)


Misafirlerimizi yolladığımız gün, Tamara ablam bana hareket yaptırırken çektim bunu. Son misafirlerimizi yolcu etmeden önceki dersimizi yapıyorduk ki, boş durmayayım dedim. :) Doğal pozları seviyorum. Onun işine dalmasını fırsat bilip çektim. :)

 Pür dikkat çalışıyoruz, dur duraksız. Hayallerim ve hayallerimiz var, ayağa kaldıracağız yeniden bedenimi. Ve şükür eskiye nazaran daha iyiyim. Nazar değmesin inşallah... :) Tamara ablama sevgilerimi buradan da sunayım, o birtane... :)


Çarşamba günü buralara Sonbahar geldi. Tam da misafirlerimiz gittikten sonra. Ve çabuk gelen sonbahar ile, havalar serinledi bizim buralarda şükür. Ama o Çarşamba nasıl fırtına çıktı bir görseydiniz. Yaz dolayısıyla uzun zamandır öyle fırtına olmamıştı. :) Bizim burasının fırtınası meşhurdur. E malum önümüz de açık ya. Hayırlı ve mutlu bir Sonbahar bizimle olur inşallah... :)


Günbatımları ile beraber tembelliğimin doruklarında dolaştım geçtiğimiz hafta başlarında. Hava Değişimi diye düşündüm bunu da. Tembellik içimde var da, pek su yüzüne çıkarmamaya çalışıyorum esasında. İzin versem tüm bedenimi ele geçirebilir aslında... :)


Ve haftanın son günü, kuzum babasıyla Çanakkaleden döndü. Kağan'ımı öyle özlemiştik ki. :) Ama ne yaptıysak ne ettiysek yanaşmadı o akşam bize. Annesi-babası vardı tabii yanında. Bizi değil annesini özlemiş. Eniştemin izni hala bitmedi ama, bir süre işlerini halledecek, Kağan'ım bizimle yine. Haftasonları gidecek kuzum yine. Ama bu kadar uzun süre ayrılmasın yanımızdan ya çok özlüyoruz biz. Geldiği günkü garip tavırları ertesi güne geçince, anladık ki o da özlemiş bizi. :) Kıyamam ben kuzuma, 1 haftada nasıl büyümüş geldi gözüme. Maşallah olsun tüm kuzularımıza... 

Böyle geçti bir hafta daha işte. Girdiğimiz yeni hafta, mutluluk ve sağlıkla dolu dolu geçer inşallah. Zira, Kağan'ım biraz üşütmüş. Dilerim şu hava değişimlerini falan sağ salim atlatırız. 

Sevgilerimle... :)

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...