29 Ekim 2015 Perşembe

4. Sınıf Görünümlü 3. Sınıf Öğrencisiyim


Geçen hafta annemin kayıtlı olduğum Aöf bürosundan dönem derslerimin kitaplarını alması ile, yeniden bir ders çalışma mevzuusuna başlamış bulunmaktayım dün itibariyle... :) Ve bu senenin ilk döneminde -başlıkta da belirttiğim gibi- 4. sınıf görünümlü 3. sınıf öğrencisiyim. Tıpkı geçen senenin ilk döneminde de 3. sınıf olmama rağmen hiç dönem dersi alamamış olmam gibi...

(Sebebi; alttan kalan son 3 dersim ve alttan kalan diğer dersler sebebiyle alamadığım 3 dersim idi. Geçen sene 6 ders ile toparlamıştım, alttan ders olmadan devam ederim inşallah geri kalan 1,5 senelik Aöf Sosyoloji eğitimime.)

Bu dönem 7 dersim var ve içinde bulunduğumuz hafta ile beraber de 7 haftamız kaldı bu dönemin vizelerine. 7 hafta içinde 7 dersi tamamlarım diyorum yine, yeniden. Dün başladım bile Aile Sosyolojisi dersimle çalışmaya... Dün dedi isem, biten gün için dün... Yazarak çalıştığım için ve yaz boyunca bu kadar uzun eğilip de ders çalışmadığım için; ders çalışmamın ilk saati zorlu idi dün. Ama yine halledeceğime inanıyorum buna rağmen de...



Dün çalışırken yine şunları düşündüm; 1,5 sene sonra bitiyor İkinci Üniversite Sosyoloji bölümüm de, ama yine bitmeyecek 1,5 sene sonunda da eğitim hayatım. Belki artık bir üniversite daha okumayacağım ama devam ettireceğim kendimi yetiştirmeye ve gelişmeye, ömrüm el verdiğince... Şimdiden planlar yapmaya başladım yine; hem hiç ölmeyecekmiş gibi, hem de her an ölebilecekmiş gibi yaşamaya devam işte... 

Ve yaşarken fotoğraflamayı da seviyorum işte, bunu herkes biliyor artık. Evet bu yazıyı bitirmeden önce de itiraf ediyorum; hayat günlüklerimden biri olarak gördüğüm bloğumda paylaşmak için fotoğraf çekeyim derken epey fotoğraf çekmişim yine dün. Sanırsınız bir reklam filmi için tanıtım resmi çekiyorum, o kadar ciddiyetle yine.. 

Ve bu yazı için fotoğraf seçerken de; ders çalışmaya başlamadan önce ilk çektiğim fotoğraf ile, ders çalışmam bittikten sonra çektiğim son fotoğrafı düzenlemeyi ve bu yazıya koymayı tercih ettim... Yani bu demek oluyor ki, bazen ne kadar uğraşırsan uğraş, ilk çektiğin fotoğraf veya ilk seçtiğin şık daha güzel ve doğru oluyor. Bakın derslere nasıl yoğunlaşmışım, hemen yeniden sınavla ilgili bir noktaya değindim... :) Velhasıl efendim, nasıl olursa olsun hayırlısı olsun dilerim; çalışmalarımız için de, sınavlarımız için de... 


Ve gitmeden önce, Cumhuriyetimizin kuruluşunun 92. yıl dönümünü de kutlamadan gitmeyeyim diyorum. Bayramımız bütünlüğümüzle beraber kutlu olsun, ve el ele oluşumuz bir tek günle değil ömürlerimiz boyunca sürsün... Cumhuriyet Bayramımızı nice senelerce, bize sunulan özgürlüklerin ve imkanların farkındalığıyla kutlayalım. Sevgiyle, farkındalıkla, bayrağımızla, bütünüyle yan yana ve el ele... :)

24 Ekim 2015 Cumartesi

Bu Aralar Hep Böyle, Kapıldık Gidiyoruz İşte - Ekim 2015



Bu aralar hep böyle; örmeye, örgü iplerine fena takılmış haldeyim. Dayanamıyor bir elime alıyorum, hadi bir sıra hadi bir sıra daha derken kendimi kısım kısım ördüklerimin çoğunu ya bitirmiş buluyorum, ya da birçok hata yapıp yeniden söküyor buluyorum. Birkaç gündür rahatsızlığım ile de başka bir şey yapasım gelmiyor, ya televizyon izliyoruz Kağanımla veya ayrı ayrı, ya da kitabımı alıyorum elime Kağanımın yanında vakit geçiriyorum. Her iki koşulda da bir süre sonra, elimde yine örgü ile buluyorum kendimi. Bu durumdan ötürü epey mutlu olurken, bir bakıyorum ki akşam olmakta ve ben örgü örmekten, tv izlemekten veya kitap okumaktan başka bir şey yapamamışım...


Mesela dün işte; gerek Kağanımla gerekse de televizyon izlemeyle uğraşırken elimde sürekli örgü vardı neredeyse tüm gün. Daha sonra ipi yumağın içindeki ucundan almış olmamdan ötürü yaptığım hata ile, ipimin diğer ucunun karışması sonucu ucumun karışmış olması ile karşı karşıya kaldım. Öğleden sonra hava kararmaya yakın, Kağanım uyurken ve bende başında üstünü başını kontrol ederken, akşam yemeğine kadar düğümleri çözmek ile uğraştım durdum. Öyle bir iki yer değil ki, her yeri dolaşmıştı. Yemek sonrası önce babamın desteği daha sonradan da Sakine teyzemin yardımı ile, akşam üstünün çoğunu ip çözmek ile geçirdik. 

Dur durağım yok, bazen taktım mı takabiliyorum işte. :) Ördüklerimi bitirdiğimde sonuçları da burada olacak inşallah. Ama dün kendimi epey yordum farkedemeden, biraz yavaş olursam iyi olacağına karar verdim o sebepten. Bugünden itibaren biraz daha yavaş gitmeye karar verdim o yüzden... :)


Bu aralar hep böyle; iki şarkıcının şarkılarını dinliyorum daha çok, biri Göksel diğeri Haluk Levent. İkisi de sevdiğim şarkıcılardan. Yukarıdaki Göksel Cd'si ise, kaset dönemi bitti biteli ilk ve şu an tek sanatçı cd albümüm oldu kendisi. Pelin'imin bu doğum günümde hediye ettiği 2 kitabımın yanında gönderdiği güzelim albüm. Mayıs ayında 1 gecelik İstanbul maceramızda, albümden "Denize Bıraksam Kendimi" şarkısını ikimizin de beğendiği aklında kalmış arkadaşımın. Ve albümü hediye etmek istemiş bana. Tekrar sağolsun canım arkadaşım, ki bu doğum günümde hediye açısından epey şanslı idim; annem ve babamdan kitaplarım, Antalya'dan pastalar, ablamlardan süprizler falan. Sağolsunlar ve varolsunlar hayatımda sağlıcakla ve mutlulukla inşallah... :)

Göksel cd'me geri dönünce; Temmuz'dan beri yeni yeni hakim olabildim kendisine ve bu sıralar bir şarkıya takmış bulunmaktayım albümden. Nedendir bilinmez, insan taktı mı takar işte. Bu aralar Haluk Levent'in birkaç şarkısına, Göksel'in de bu şarkısına taktım işte; Aşk Kahrolsun...


Bizim evde etkili ve çabuk gelen kışla beraber, soğuk algınlığı etkisi de hala sürmekte. Kağanım hastalığın etkisini üzerinden atamadı. Bende öyle... Birkaç gündür epey rahatsızdım ve canım fazla da bir şey yapmak istemiyor. Kağanım kreşe gidene kadar onunla takılıyorum, sonrasında ya akşama kadar tv karşısında takılıyorum ya da elimi meşgul ederek oturuyorum. 

Dedim ya bu aralar hep böyle diye; hastayız ve tam iyileşemedik, benim de Kağanımdan ayrılasım gelmiyor. Onu uyurken de, çizgi film izlerken de veya kendi kendine oyun oynarken de izlemek mutluluk veriyor bana. Allahım sağlık versin onlara, yani tüm sevdiklerimize... Ama bu arada hala derslere başlayamadım işte, bu durumdan biraz şikayetçiyim de. Ne halim var, ne de canım istiyor. Bir an önce iyileşelim de, ikimiz de şu kırgınlığı atalım üstümüzden diliyorum...


Ve bu aralar hep böyle diyebileceğim son şey; canım ablamın ehliyet belgesini aldı alalı yediğimiz kutlama tatlıları. En son bu hafta başında toplandık bir araya ve pasta ile bu ehliyet kutlamasını nihayete erdirdik. Elbette bizim evde bilindiği gibi pastaları Kağanım üflüyor, yine kuzum üfledi maşallah... :) 

Ablam ehliyetini alalı 3 hafta oluyor çok şükür ve haftada 1 gün bunu kutlamış gibi olduk bizde 3 haftadır işte ufak tefek şükür tatlılarıyla... Şükür sürüyor da 3 haftadır, rahatlıkla sağlıcakla ve de mutlulukla. Allahım kazasız belasız sürüşler nasip etsin cümlesine de inşallah.. Bu aralar yola çıkan bir sürü yeni sürücü unvanına sahip kişiler var, ablam gibi. Allahım ablama da, isteyen herkese de nasip etsin dilerim; kazasız belasız ve mutlulukla araba sürmeyi. Ablamın da ailemin de ve cümlemizin de, yüzünden gülücükler eksik olmasın inşallah; sevgilerimle... :)


19 Ekim 2015 Pazartesi

İngilizce'ye Ve İngilizceme Dair...

Yeni haftanın ilk gününde İngilizce konuşalım istedim. Zira bu aralar çalışmalarıma geri döndüm. Mutllu bir hafta olsun... :)

Bu aralar, İngilizce çalışma çabalarıma geri döndüm. Sebebi bellidir ki, bir süredir ne bu kadar ayrıntılı çalışabilir olmuştum yaz sebebiyle falan ne de eskisi kadar bilgisayarda yabancı dizileri izlemeye fırsat bulabiliyordum. Cnbc-e ve E2 tarzı kanallardan izlediğim dizilerin nabızlarını tutmaktan vazgeçmedim elbet, ama İngilizce'ye de eskisi gibi ağırlık vermem gerektiğini düşünüyordum ne zamandır. Zira eskisi kadar çok kelime bilmediğimi farkeder olmuştum, aklımdan uçmuş gitmiş çoğu klasik kelimelerin haricinde aklıma yazdıklarım...


Derken günü geldi de başladım, birkaç haftadır klasik konulara değinirken kelimeleri de yeniden öğrenmeye çalışıyor duruyorum kendimce. Pek de zor olmuyor tabii, ilkokul çağımdan beri İngilizce'ye basit veya orta derece'ye yakın olacak derecede hakimim biraz neyse ki. Ama uzak durdukça herşey unutulmaya mahkum olabiliyor bu tarz şeylerde...

Üst resimde bulunan üst raftaki defter ve küçük kitaplar, benim ingilizce çalışmamdaki yardımcı küçük araçlarım. Hepsini ortaya döktüm 1 aydır ama bir tek şu hikaye kitaplarıma el atamadım yeniden işte.. Bunların yanı sıra, 3-4 tane de İngilizce dil kitabım bulunmakta... :) Resimde gördüğünüz rafta altta bulunan turuncu defterde ise, en başından kendime İngilizce Defteri tutmaya başladım işte bir süredir; hem belli başlı konuları hem de kelimeleriyle örnekleri içeriyor defterim...

Kelimelerle Aram Açılmış Mesela;

Dillere ve İngilizce'ye karşı takındığım tavır şu benim için daha çok, dil konuşmanın bana verdiği mutlu edici bir his hakim ve bu duruma gelmeyi çok istiyorum ne zamandır... Ama ne yazık ki o mertebeye ulaşmam da bu aralar mümkün değil. Dediğim gibi, kelimelerle aram açılmış mesela. Bir kelime duyduğumda eskiden, İngilizce'de karşılığı şudur diye geliyordu aklıma. Zihnime yerleşmiş her basit sözcükten bahsetmiyorum sadece, incelikli ve marifetli sözlerden de bahsediyorum... Ki bunun karşılığı neydi dediğiniz çoğu kelimelerin o anda gelebilecek türden aklımda bir sürü kelime bilgim hakimdi benim.

Ama en basitinden bildiğim bir sözcüğü unuttum geçen hafta. Fizyoterapistim Tamara abla yabancı, biliyorsunuzdur okuyorsanız yazılarımı eğer. Kendisi Gürcü ve bu benim için büyük bir fırsat; hem dil konusunda hem de değişik bir kültür öğrenmek konusunda. Her türlü fırsatımı değerlendiriyorum, Tamara ablamı da çok seviyorum. Her iki taraflı sohbetlerimiz de fikir alışverişlerimiz de oluyor yanii... Çok şükür, Allahim bozmasin... Ve dil konusu yeni kültürler öğrenme hevesim sebebiyle de delicesine hakim olmak istediğim noktalardan biri. En azından İngilizce'ye de Türkçe kadar hakim olmayı istiyorum şimdilik...



Geçen şöyle bir durum oldu; fizik tedavim bitti ve yerde oturma pozisyonu çalışıyorduk Tamara ablayla yine. Belimdeki ve ayaklarımda ataklarım sonrasında oluşan güçsüzlük sebebiyle, yerde oturmakta zorlanıyorum bir süredir. Yer yatağının ucunda oturma çalışması yapıyoruz her ders sonrasında bu sebepten ötürü. Geçen hafta bu sırada iken, kürek kemiğime yel girdi. Tamara ablam sağolsun masaj ile rahatlatmaya çalıştı beni. Yine masajı o kadar etkili geldi ki, "Ellerin sihirli geldi yine Tamara abla" dedim. Bir an anlamadı ve "Sihirli nedir?" dedi. Ve benim kafamda maalesef hemen ışık yanmadı.

O an düşünürken, "keşke şu an İngilizce karşılığını hatırlasam da söylesem, ne müthiş olur ve ne mutlu olurum valla." dedim sesli halde. Ve aklıma nedense "Wizard" kelimesi geldi. Aslında o olmadığını hissetmeme rağmen, söyleyiverdim. Sonra annemle Tamara abla beni yerden kaldırana kadar bunun dalgasını ve komedisini yaptık beraber. Tamara abla bu mutluluğumu gördü, "Ve seni çok iyi anlıyorum, feci mutlu hissettiriyor değil mi?" dedi. Durum cidden de çok mutlu edici idi...

Sonra kalktığımızda, Tamara abla gitmeden önce bir internete bakayım dedim telefondan. O da sağolsun bekledi. Eğer gerçekten doğru kelimeyi seçmiş olsaydım -yani o düşündüğüm anda bildiğim şeyi hatırlasa idim- internetle kendimi onaylamış olup daha da mutlu olacaktım. Ama ne yazık ki doğru değildi; Wizard'ın karşılığı büyücü idi, Sihirli kelimesinin karşılığı ise Magic... İşte bunu görünce dank etti bana da ve bildiğim bir kelimeyi dahi karıştırdığıma şaşırdım bende. Gün içinde ve sonrasında da, "Tabii Magic ya, Ah Didem!" diye diye dolandım durdum... :)

İşte o günden öncesi bir yana sonrasında daha da gayretli olmak üzere, kelimelerle uğraşmaya devam eder oldum yeniden. Olur mu olmaz mı bilinmez, ülkemde bile olsa bir yabancı ile karşılaştığımda konuşmak istiyorum. Dil bilmek, belki garip gelebilir ama aslında birçok kültürle ve birçok bilgiye de açılan bir kapıdır dünya üzerinde. Bu başarmanın güzelliği de değil ya, garip şekilde güzel bir uğraş işte... :)


Bugün böyle bir yazı oldu, bunu yazmak istiyordum geçen haftadan beri. Siz dil bilmek için uğraş veriyor musunuz? Yabancı bir ülkeye gidecek olsanız da olmasanız da, karşınıza çıkan bir yabancının dilini bilmek ve onunla anlaşabilmek size de güzel geliyor mu benim gibi? Dil konusunda fikirleriniz neler, bilmekten mutluluk duyarım. Benim İngilizce, İtalyanca ve İspanyolca'ya merakım var en çok. Yazmayı istediğim tarzda bir yazı idi bu da. Aklıma estikçe devamı gelir belki.

Dilerim ne kadar çok dil bilsek de bilmesek de, anlamaya çalışmaya devam ederiz böyle birbirimizi. Daha çok dil; daha değişik kültürler ve daha çok mutluluk demek... Sevgiler... :)

18 Ekim 2015 Pazar

Pazar Yazısı - #22 - Örgüler Elimizde

Daha önceki Pazar Yazısı yazılarımı burada bulabilirsiniz. Mutlu Pazarlar. :)


Bu Pazar'a sabah 11'de uyanarak başladık güne. Annem antibiyotik kullanıyor 12 saatte bir, onun için alarm kurmuştum annemin ve benim telefonuma; biri çalmazsa diğeri çalsın diye. İkisi de çalmasa idi, babamın da benim de uyanacağımız yoktu sanırım. Ama annem tabii ki yine bizden erken uyanmıştı... :)

Havalar soğudu epey ve grip salgınları da ortada dolanmakta. Bugün yine boğaz ağrısı ile uyandım, 2 gündür ilaç kullanıyorum. İlacı kullanmasam daha beter olacaktım, ki şimdilik yerimde sayar gibi bir iyi bir kötüyüm. İlerlemedi çok şükür... Aman diyeyim dikkat edin sizde, biz kendimizi koruyamadık ne yazık ki salgından... Bu hafta Kağanıma hafta boyunca iğne vuruldu sabah akşam, öyle kurtuldu hastalıktan kuzum. Çocukların hasta olması daha da kötü ediyor insanı, kuzularımız da bizlerde hasta olmayalım inşallah...


Kısa bir özet geçtikten sonra bitmek üzere olan haftaya dair söyleyebilirim ki son olarak, bu hafta örgü ve kahve ikilisiyle geçti daha çok keyif anlarımız.... Pazartesi'den Cuma'ya Saniye teyzemle Ufuk abimler bizdeydi. Saniye teyzem deyince, zaten aklıma ilk olarak kahve geliyor. Normal zamanda içtiğimiz kahveden daha çok kahve içiyoruz. En azından sektirmiyoruz öyle diyeyim. Bir kahve sever olarak, sevdiğim bir nokta; kahve gün içinde aksatılmamalı işte böyle... :) Ve kışın gelmesini bekliyordum ne zamandır örgülerimi elime almak için. Saniye kivramlar geldi ve örgülerime de geçiş yapmış bulundum böylece. 

(Saniye teyzen, Saniye kivran kim derseniz eğer; Kağanımızın kivrasının annesi oluyor kendisi. Ki Kağanımdan öncesinde de bağımız vardı ki, akrabadan da öte. Allahım bağlarımızı kopartmasın inşallah... )

Saniye teyzem ve Ufuk abim ile, Pazartesi'den Cuma'ya haftaiçinin el verdiği kadar beraber vakit geçirdik işte. Saniye teyzem geldi ve yine bir örgüye daha başladık onunla.Bu Pazar gününe de kahvaltı esnasında babam ve annem ile beraber İstanbul'da oynanan Dünya Bilardo Şampiyonası'nın yarı final maçını izleyerek başladık. Kahvaltı sonrası da devam eden maçı izlemeye devam ederken, ilk boylu boyunca olan sırasını bitirmiş bulundum battaniyemizin.


6 renkli bir sıra oldu ilk sıra, benim bacak boyumu biraz da geçiyor bile.32 ilmek başladım ve her bir karenin 27 sıra olmasına dikkat ediyorum. Şimdi enine doğru gidecek olan diğer sıraları da renkleri çarprazlamasına geçirerek ve birkaç renk daha da ekleyerek ilerleteceğim zamanla inşallah. Bakalım bitince nasıl olacak, merak ediyorum. Kendime diz battaniyesi ve üşüdüğümüzde örgü battaniye olacak sırtımıza veya dizimize. Bir hanım dilendi battaniyesi yapıyorum yani. :)

(Bir yerde görmüştüm, artık iplerle yapılan şeylere hanım dilendi diyorlardı örgüde. Komik ismi ama güzel de, bu da Didem dilendi battaniyesi :) İplerimin çoğu Saniye teyzemden ve Nurcan teyzemden. Mor ve kırmızı'yı da takviye olarak aldı bu haftaiçi annem ve Saniye teyzem sağolsunlar. Sponsorlarım bu 3 kişi yani örgü konusunda, Allahım güzel ömürler nasip etsin 3üne de.)


İlla ki bahsetmişimdir daha önce, babamın bilardo oynadığından. Lisansı var yine 1-2 senedir ama maçlara hazırlanmaya fırsatı olmadığından gitmedi İstanbul'daki şampiyonaya. Nisan'daki turnuvaya gidecek inşallah... Sabah turnuvanın yarı final maçının galibiyeti bir Türk'ün oldu. Saat 16.00'da da final maçı başlayacaktı ama naklen yayını yokmuş yine maalesef tv'de. Maçtan sonra öğreneceğiz ne olmuş durum... Ne dersiniz, bizden Dünya Şampiyonu çıkar mı yeniden? Bence çıkacak, ben inanıyorum... :)


İşte böyle bir Pazar'dı bu Pazar. Sevgilerimle, sevdiklerimizle mutlu bir pazar ve mutlu bir yeni haftaya olsun inşallah...

16 Ekim 2015 Cuma

Bir Uzay Terapi Günü Daha (12.10.2015) - Geril Didem, İlerlemeye Devam


Kaç zaman oldu benUzay Terapi tedavim hakkında yazılarımı yazmayalı; 1 ay? 2 ay? yoksa 3 ay mı? Yazamadığım zaman içinde, gelenimiz gidenimiz çok şükür eksik olmadı. Ve ufak bir tadilatımız da oldu ondan sonrasında. Uzay terapi seanslarıma yer yer gitmemeyi seçtiğim bu zamanlarda, durumumun gerilemesini yaşamamak için egzersizlerime ağırlık vermeyi de ihmal etmedim tabi... Ve nihayetinde de geldim yeniden buralara. Başlığım Geril Didem, zira bu sıralar gerilmeye epey başladığımı ve açıldığımı hissediyorum kaslarımın. Yani Allahın izniyle böylece ilerlemeye devam... :)

Uzay Terapide de Fizik Tedavide de işler şükür yolunda gidiyor bu aralar da.. Kafes içinde ağırlık basmalarım da, tilt yatağı üzerinde ayakta durabilmekte de ilerlemeler katediyoruz zamanla çok şükür. Direncim hala artıyor, ama hala vücudumu tam taşıyabilir boyutta değilim. Zamanla olabilecek bir şey sonuçta, acele de etmiyorum doğrusu... 



Üstteki resimde bulunduğum pozisyon, bu hafta yeni bir hareketti benim için. Geçen hafta Çarşamba günü yeniden, kalça postürümün yapısının bozukluğu sebebiyle kalçamdaki dışa doğru büyüklüğü ve belimin çukurunun ağrılarıma sebep olduğunu ve ayakta dururken yer yer zorlandığım noktalardan birinin de bu olduğunu söylemiştim Ali abi ve Orhan abi'ye. Bu durum kas hastalarında sık görülen bir durum olmakla beraber, çoğu zaman yapılacak şeyler sınırlı ve zorlu. Yani kolay kolay geçirilebilir bir şey değil, büyük emek gerek biliyorum....

Kalçam ve belimin daha zorlu durumlarda olduğu da olmuştu, şimdilerde daha iyi tabii şükür. Ama bu durumu toparlayabilmenin böyle bir yöntemi olduğunu bilmiyordum. Hala da bilmiyorum tabii ki, uygulamaya başladık ve yavaş yavaş devam edeceğiz... Orhan abi, bir hastasına bu yöntemi uyguladığını ve görülür biçimde kalça postür bozukluğunu düzelttiğini söyledi bu şekilde. Bu hafta başında, ağırlık basma sonrasında denedik bizde. Zorlandığım anda bırakmak koşulu ile elbette...


Evde yapılması mümkün olan bir hareket değil bu öncelikle, bunu belirtmem lazım. Hiçbir şekilde, lütfen evde denemeye kalkmayın. Ben sadece kontrollü şekilde ilerlemeye çalıştığımız tedavime dair sağlığımın gidişatı hakkında, hayat günlüğüme yazıyorum. Ve her harekette olduğu gibi deneyimsiz bir şekilde yapmak, bizim gibi hastalar için ve her insan için epey sakat durumlar oluşturabilir... Benim başımda beraber çalıştığımız terapistim Ali abi vardı, o 10 dakikalık süre zarfı boyunca yine...

Amacımız; belimi olması gerektiği gibi olmayan pozisyona getirip, kalçamdaki geriye doğru olan postür bozukluğunu düzeltebilmekti. Orhan abinin ve Ali abinin söyledikleri buydu... Sadece 10 dakika kadar, kontrollü şekilde bu pozisyonda durdum; kalçamda ağırlıklar hiç zorlar halde değildi. Böyle şeylere başlarken, hiçbir şekilde zorlayıcı şekilde başlamak uygun değil de zaten. Daha çok beni zorlayan tek şey vardı, o da göğsümün yatağa doğru iyice bastırılmasından ötürü var olan nefes darlığımın o anda da ortaya çıkması... Ama bu zorlama durumunun bu durumu da geliştirebileceğini düşünmüyor değilim doğrusu.

10 dakika sonunda kalktığımda yataktan, ilk başta belim ağrımıştı. Ama daha sonrasında andülasyon yatağında 15 dakika yattıktan sonra, bu ağrı çabuk geçti. Sadece her zamanki gibi, biraz yorgunluğum vardı o akşamda. Fizyoterapistim Tamara ablam yaptığımız bu hareketi anlattığımda ve resmi gösterdiğimde ertesi gün; "belin ağrıdı mı ağrıyor mu ve yavaş şekilde ilerlenmesi gereken bir pozisyon bu. Nasıl yaptınız, kontrol altında mıydın?" diye sorular sordu. Ben de ona hafif gittiğimizi ve kontrolü elden bırakmadıklarını söyledim. Ağrımadığına şaşırdı o da, normalda epey ağrı yapması gereken bir hareket olabileceğini Ali abiler de söylemişlerdi. Ama şükür ki bende fazla ağrı yapan bir durum olmadı, dilerim olmaz da... 

İşte böyle geçti bir Uzay Terapi günü daha. Basit gibi görünen, önemli hareketler yapıyoruz. Nasıl gidişat göstereceğim bilmiyorum, umudum daha da iyiye gidecek olmasından yana. Bakalım neler olacak, neler göreceğiz? Böyle ufak ufak gerilmelere ve ufak ilerlemelere devam yani. Çok şükür... :)


Not; Tekrarlamamda yarar var, eve yapılmaması gereken bir hareket bu. Buna eş değer bir hareket var mı, evde yapabilir miyim bu hareketi diye sorduğumda; "faydası hiç olmaz, zararı çok olur." dedi Orhan abi... O yüzden dikkat etmeli ve ters bir şey yapmamalı. Sağlıklı günler ve geceler olsun dilerim hepimize... :)

10 Ekim 2015 Cumartesi

Şiirlerle Hayat #13 - Açlık Ordusu Yürüyor (Hürriyete Doymak İçin) - Nazım Hikmet


Bugün aklımda bambaşka bir yazı yazmak vardı önce , sonrasında da akşamına bu yazıyı yazmak; gündemimizin karmaşasında, Barış istiyorum diyecektim kendimce. Ta ki 2 saat öncesine kadar. Üzgünüm ki; Ankara'nın karardığı ve Ankara ile tüm Türkiye'nin de karardığı günün içinde, kara gün için yazıyorum bu yazıyı şimdi. İnsanlık öldü yine Ankara'da, Barış öldü... Ankara'da patlama oldu bugün, can pazarı kuruldu güzelim ülkemde yine... Olay yerinin; Saraya 5 km, Mit'e 3 km uzaklıkta olduğu söyleniyor. Ankara Tren Garının oralarda olduğu söyleniyor...

Düşünüyorum böylesi bir şey nasıl olur, nasıl göz yumulur veya nasıl gözden kaçar? Barış Mitinginin olduğu gün? "Bu Meydan Kanlı Meydan" diye Kanlı 1 Mayıs şarkısı eşliğinde halay çekilirken, -Barış isterken- arkada patlıyor ard arda 2 bomba. İnternet feci bir buluş oluyor bunları gördüğüm zaman 8 saniyelik bir videoyla... Çünkü içim ağlıyor, duymak feci iken görmek daha da acı veriyor...

Haber izleyemem, dinleyemem; sadece okuyorum bugün. Ankara'da geçtiğim yerleri düşünüyorum, "Mutlaka geçtik olay yerinin oradan, yanından kıyısından köşesinden de olsa. Mutlaka!" diyorum. Kana bulanmamış bir dünya, bir Türkiye diliyorum yine bugün. Kalbim Ankara'da atıyor ve aklıma bu şiir geliyor; "Açlık Ordusu Yürüyor, hürriyete doymak için." "yürüyor ayakları kan içinde!"

Nazım Hikmet'in ruhu şad olsun. Bu şiiri, Ankara'da yitip giden insanlığa gelsin. Ankara'da yitip giden canlara rahmet, yaralılara da acil şifalar olsun inşallah. Yakıp yıkanlara inat, Savaş isteyenlere inat; BARIŞ demeye devam edeceğiz. Barıştan korkanlara ve insan gibi yaşamaya engel olanlara rağmen. Allahım yar ve yardımcımız olsun...


AÇLIK ORDUSU YÜRÜYOR 
  
Açlık ordusu yürüyor 
yürüyor ekmeğe doymak için 
ete doymak için 
kitaba doymak için 
hürriyete doymak için. 

Yürüyor köprüler geçerek kıldan ince kılıçtan keskin 
yürüyor demir kapıları yırtıp kale duvarlarını yıkarak 
yürüyor ayakları kan içinde. 

Açlık ordusu yürüyor 
adımları gök gürültüsü 
türküleri ateşten 
bayrağında umut 
umutların umudu bayrağında. 

Açlık ordusu yürüyor 
şehirleri omuzlarında taşıyıp 
daracık sokakları karanlık evleriyle şehirleri 
fabrika bacalarını 
paydostan sonralarının tükenmez yorgunluğunu taşıyarak.

Açlık ordusu yürüyor 
ayı ini köyleri ardınca çekip götürüp 
ve topraksızlıktan ölenleri bu koskoca toprakta. 

Açlık ordusu yürüyor 
yürüyor ekmeksizleri ekmeğe doyurmak için 
hürriyetsizleri hürriyete doyurmak için açlık ordusu yürüyor 
yürüyor ayakları kan içinde. 


Nâzım Hikmet RAN


Diğer düşüncelerimi söylediğim şiirler gibi, yorumum yok bu sefer. Umudum var; bayrağımla, güzellik isteyen ve insan gibi yaşamak isteyen insanımla beraber. Gençlerimiz, çocuklarımız, yaşlılarımız, her meslekten ve her görüşten insanımızla; yaşanılabilir bir Türkiye için, korkmadan ve öfke duymadan...

Tüm düşüncelerim başlangıçta söylediklerimle ve şiirin ta kendisi ile de ortada zaten. İnsanca yaşamak, istenilen tek şey. "Güzel bir laf var hani; Bize kalmayacak dünya için, bize kalacak günahlar biriktiriyoruz..." O misal yıkıp geçiyor bu komploları kuranlar, boş çıkarlar ve boş hesaplar için...

Terörün dili, dini, ırkı olmaz. Ölümün de dili, dini, ırkı olmaz. Ben öğrendim ki, ölene oh olsun denilmez hiçbir mantıklı çerçevede. Ben öğrendim ki ailemden, dinimden, kendimden; yitip giden tüm canlar bizi yaratan Allahımızın kullarıdır, bizim insanımızdır. Haksızlığa, adaletsizliğe ve can yakmaya göz yummak yazmıyor bizim düşüncemizde. Hz. Ali şöyle buyuruyor; "Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır." Tek bir dua bile susmamaktır, yürekten gelen tek bir temenni bile susmamaktır. Allahım bizi haksızlık karşısında susanlardan eylemesin inşallah...

7 Ekim 2015 Çarşamba

2015 Ağustos Ve Eylül'de İzlediğim 8 Türk Filmi...


Ağustos ve Eylül'de izlemek istediğim filmler arasından seçtiğim filmlerin çoğunluğu Türk filmleri idi. Açıkçası bir kere başlamışken, ardı arkası kesilmedi.  Bu yazı bu sebeple Ekim'in başlarını henüz bitirmeden gelmeli dedim bugüne... Her ne kadar şüphe ile baksa da çoğu kişi, eskisi gibi Türk filmlerimizin başarılı olamadığını düşünseler de; bana göre durum hepsi için öyle değil. Benim yerli filmlerimizden de izleyip çok beğendiğim filmler oluyor hala. Sadece bazen klişeyi ard arda filmlerde kullanıp fazla abartıyoruz, bazı filmlere nazaran.

Ağustos ve Eylül ayında, aynı konulara doğru çıkan hikayeleri olan filmler izledim. Ve evet, bu klişe kanısına iyiden iyiye kapıldığım oldu benim de. Ama yine de bu demek değil ki, bizler iyi film yapamıyoruz; Türk filmleri klişe konulardan ötürü kaybediyor kaybederse, bu doğru. Ama bu durum dikkate alındığı takdirde, oyuncu ve yönetmen konusunda değerli kişilere sahibiz aslında bizler de; Babam Ve Oğlum, Kabadayı, Romantik Komedi, Eyvah Eyvah serisi başta olmak üzere Ata Demirer'in filmleri ve en son izlediğim Sevimli Ve Tehlikeli filmiyle de önerebileceğim Özcan Deniz'in filmleri en bilindik ve benim de güzel bulduğum Türk filmlerimiz arasından sadece birkaç örnek... :) İşte Ağustos Ve Eylül ayında bu filmlerden apayrı 8 film daha izledim, klişeyi de komediyi de tattım bu filmlerle doğrusu... Ben Türk filmlerimizi izlemeyi ve o tadı yaşamayı hala seviyorum...


* İzlediğim filmlerin yorumlarına başlamadan önce, üzülerek söylemek istiyorum ki, alıntı resimler kullandım. Her birini alıp kendim kolajlamayı uygun gördüm sonra da. Üst resimde gördüğünüz resimlerin hepsi Google Görsellerden alıntıdır. Soldan Sağa sırayla gideceğim, filmler konusunda konuşurken de. İyi okumalar... :)

1.) Bana Adını Sor

Konusu bakımından da, oyuncuları bakımından da izleme listeme aldığım filmlerden biriydi. Mart 2015'de sinemalarda idi. Engin Hepileri, Kampüsistan dizisinden beri pek sevdiğim oyuncudur. Özge Borak deseniz, Ihlamurlar Altında dizisinden beri takip etmeyi sevdiğim bir oyuncu. E ikisi birden bir araya gelmişler, benim için kaçırılmazdı yani. :)

Filmin konusu da, oyuncuları da çok iyiydi. Ama izlemeye başladığımdan beri, bir şey eksik geldi bana. Anlatım çok güzel gidiyor ama, Engin Hepileri'nin karakterinin aşık olduğu kız konusunda ve aşkları hakkında pek somut bir geçiştirme sezdim ben. İnandırıcı gelmedi bana.. Onun haricinde, Özge Borak'ın oyunculuğu ile, hikayenin gidişatı güzel bir boyutta idi. Özge Borak'ın karakterinin aşkı daha inandırıcı idi. Beni şaşırtan bir sonu olduğu kesin, bazen mutlu sona körü körüne inanırsınız; sanırım ben bu filmde körü körüne inanmışım. Güzel filmdi, hele ki oyunculuklar...

2.) Senden Bana Kalan

Neslihan Atagül ve Ekin Koç'un başrollerinde oynadığı Senden Bana Kalan filmi, Bir Milyoner'in İlk Aşkı isimli Güney Kore filminden uyarlama imiş. Nisan 2015 tarihinde sinemalarda idi bu sene. Genç oyunculara daha içten yaklaştığım oluyor bazen. Başrollerinde iki genç oyuncunun bulunduğunu gördükçe de izlemek için heveslendiğim bir filmdi. Birçok izleyen beğenmemiş, fazla klişe ve basit bulmuş yerine göre. İnternette okuduğum yorumların çoğu böyleydi. Ama ben iki başrol oyuncunun da oyunculuklarını beğendim. Sakin geçen ve izlerken yormayan bir filmdi en azından. Bazı filmler vardır ki, ciddi anlamda izlerken resmen yorar insanı. Bu film kesinlikle yormadı beni.

3.) Bana Masal Anlatma

Bu filmin ismini bilerek kırmızı işaretledim, iki ayda izlediğim Türk filmlerinin içinde izlediğim en güzel film buydu kesinlikle. Öyle zevk aldım ki, bir an sıkılmadım neredeyse izlerken filmden. Tekrar tekrar izlerim sıkılmadan.. Komedi dalında bir Türk filmi, ama Romantik Komedi... Burak Aksak'ın yazıp yönettiği, başrollerinde Fatih Artman, Hande Doğandemir, Sadi Celil Cengiz, Cengiz Bozkurt gibi isimlerin bulunduğu bir yapıt...

Bana kalırsa, bu filmler içinde izlemenizi tavsiye edebileceğim en güzel filmlerden biri. Film bir masal kahramanının İstanbul'un arka sokaklarından birinde belirmesiyle başlıyor. Kendisi kahramanını ararken, mahalleli ona herşeyi öğretiyor. Sonra bu arada da olanlar oluyor. Filmin en sevdiğim sahnesi 9 dakikalık dövüş sahnesi idi. Filmler içinde, oyuncularıyla ve filmin gidişatı ile pek hareketli bulduğum ve bu sebeple aynı ilgiyle sonuna kadar izlediğim tek filmdi sanırım... :)

4.) Deliha

Güpse Özay'ın yazıp yönettiği Deliha'yı da çok merak ediyordum ne zamandır. Kimi Recep İvedik'in kız versiyonu diyordu, kimi çok komikti gülmekten öldüm. Ben ikisinin ortasında kaldım valla... Ne Recep İvedik kadar abartılı geldi bana, ne de fazlasıyla komik. Ama söylenen kadar da izlenmeyecek bir film değildi tabii.

Oyuncu kadrosu iyiydi; Barış Anduç, Derya Alabora, Cihan Ercan, Zeynep Çamcı, Hülya Durar, Cenk Durmazer, Korhan Herduran... Tüm bu kadronun içinde beni şaşırtan isim, Hülya Durar'dı. Ki biz onu Karagül dizisinin Emine'si olarak biliyoruz. Ama eklemeden geçemem, bu güzel kadroya rağmen işleniş biraz naif ve sakindi. Daha da yoğun bir işleyiş ummuştum sanırım, Bana Masal Anlatma kadar olmasa bile...

5.) Sonsuz Bir Aşk

Özlem Tekin, İsmail Hacıoğlu ve Ferhat Gündoğdu'nun oynadığı; komedi-dram-romantik birarada tutturulmaya çalışan bir filmdi. İzlerken en çok sıkıldığım film oldu izlediklerim arasında. Ferhat Gündoğdu'nun oyunculuğu çok iyiydi özellikle ama olmadı. Ben sonuna kadar izledi isem de yine de beğenmediğim filmler arasına girdi.

Töre'nin kız çocukları üzerindeki etkisini, hastalıklar sebebiyle anlaşılan hayat derdini ve pişmanlıkları anlatıyor film. Ama çok noktası eksikti bana göre. Verilen emek bariz ortada idi buna göre, yine de izlemeyin diyemem. Zevkler değişiyor sonuçta, kişiden kişiye...

6.) Yapışık Kardeşler

Konusu değişik geldi, bu tarzda film izlememiştim daha önce. Yani yapışık kardeşler ve evlilik düşüncesinin nasıl gerçekleşeceğinin konusu işleniyor filmde. Bunu benim gibi birçoğunuz düşünmemiştir herhalde. Yani ben düşünmedim en azından. :) Herhalde karşımıza pek çıkmadığından diyorum...

Başrollerinde İlker Ayrık ve Hakan Bulut ikiz kardeşleri oynuyor. İvana Sert ise, bir mafya babasının eşi. İvana Sert'in oyunculuğunu da çok beğendim bir de. Ama işler değişik tabii. Hareketli ve sıkmayan bir filmdi, izlerken fazla sıkılmadım doğrusu...

7.) Güzel Günler Göreceğiz 

Aynı gün İstanbul'un içinde, birbirine bağlı olaylar içinde dramlarını yaşayan insanların kurtulma çabalarını anlatıyor. Bayanlar töre dramını yaşıyor, erkekler ise bulundukları ortamın dayattığı hayatı yaşama çabasında. Filmde hikaye aralarında okunan şiirlerin arkasındaki müziklerin oluşu, dram müziği gerektiren sahnelerde ise varolan sessizlik rahatsız edici idi. Nesrin Cavadzade, Feride Çetin, Buğra Gülsoy, Uğur Polat, Barış Atay gibi seçkin oyuncuların yer aldığı bir film. Ama dram yapalım derken, bazen sakinliği fazla başıboş bıraktıkları sahneler olmuş arka müzik açısından işte... İzlediğim filmler içinde hem sosyal mesajları olup da hem de sakinlik halinde anlatımı içinde barındıran bir film gibi geldi...

8.) Sadece Sen

Sadece Sen filmi de Only You isimli Kore filminden uyarlama bir diğer film. Belçim Bilgin ve İbrahim Çelikkol'un iki aşık'ı oynadığı filmde, fedakarlık konusu hakim. Bir de seven insanın her şekilde yollarının kesiştiği gibi bir mesaj hakim ki filmde, huzurlu hissettiriyor gibi. :)

Ağustos ve Eylül aylarında izlediğim en iyi aşk filmlerinden biriydi bana kalırsa, sanırım sonunun etkisi de büyük bu kararımda. Ama pek de sanmıyorum. Kötü ya da iyi sonla biterse bitsin, bir film ne kadar samimi ve iyi işlenirse o kadar sonunu da benimsiyor insan; ister iyi ister kötü son olsun, farketmiyor... Issız Adam'da böyle idi mesela. Yani demek istediğim, Sadece Sen'i hoş bulmamın sonunun iyi bitmesi değil de, filmin güzel enerjisinden ötürü olduğunu düşünüyorum... İzleyin diyebileceğim filmlerden biri.



İşte böyle; Ağustos Ve Eylül ayında toplamda izlediğim 8 Türk filmi ile, izleme listemden epey film silinmiş oldu. Bu filmler içerisinde, en beğendiğim 3 filmi söyleyecek olursam; Bana Masal Anlatma, Sadece Sen ve Bana Adını Sor derim. Ama tek bir film seçmeye gelince, içinden Bana Masal Anlatma'yı seçer izlerim sanırım. Ciddi anlamda hoş bulduğum bir film oldu kendisi.

Peki siz bu filmleri izlediniz mi? Hangi filmi daha iyi buldunuz ve bana katılmadığınız noktalar var mı bu filmler konusunda merak ediyorum? Okuduğunuz için çok teşekkür ederim. Uzun zamandır yazmayınca ve bu kadar Türk filmini izlemiş bulununca böyle bir yazı çıktı ortaya. Umarım yorumlarınızı benimle paylaşırsınız. Sevgilerimle, izlediğiniz filmlerden istediğiniz enerjiyi alabilmeniz ümidimle... :)

5 Ekim 2015 Pazartesi

Yeni Hafta Ve Bazı Akımlar...

Yüzümüze huzurun ifadesinin vurduğu bir hafta olsun öncelikle, kahve gibi içimizi ısıtan, yorgan gibi donmaktan kurtaran ve iyi haberlerle sarıp sarmalayan... :) Soğuklar geldi, köşeme çekildim ben biraz. O kadar ki; bugün yazmazsam, bir daha yazamayacakmışım gibi hissediyordum. Soğuklar feci mayıştırır oldu yine beni. Ya sizi? 


Bu hafta tamamen yeni bir hafta idi bizim için, bir ilki yaşadık; Kağan'ımı kreşe yolladık ve Yalova'ya annemle gittik bugün. Kuzumuz kreşte biz Yalova yollarında iken, pek bir eksikliğini hissettik bugün. Resmen boşluğa düşmüş gibi olduk, sonuçta her an yanımızda olmasına onun kadar daha çok alışığız bizde yani.. Kağanım kreşe alışırken, bizde bu yeni duruma alışmaya çalışıyoruz yani işte. Öğlene dek bizimle, öğlenden sonra kreşinde. İnsan ne çabuk alışıyor birbirine, Allahım eksikliğini göstermesin sevdiklerimizin cümlemize.

Kağanım bugün daha iyi gibiydi, amma lakin alışamadığı çok durum var henüz. Yer yer değişken hallere bürünüyor. Öyle şeyler öğreniyorum ki yine ondan, değişime karşı duruşumuzu sorgular hale geldim bu ara. Bir de kendi küçüklüğümle bağdaştırıyorum bazı durumlarını kuzumun, hayat bir bakıyorum akıyor işte; geldik bile Ekim'e yine... Sağlıklı ve mutlu olsun; kuzum kreşe de başladı da, ikinci haftasıyla devam ediyor yani çok şükür. Güzel günler ve haftalar bizimle olsun, sarsın sarmalasın hayat bizleri inşallah.


Bazı Akımlar Var;


Yeni haftaya girmeden, bir akıma kapıldım ben dün bu arada. Dilimde bir şarkı takıldım gidiyorum yani, etkisine kapılmış haldeyim biraz. Her akıma kapılmam sosyal medyada, hoşuma gitse bile uzaktan izlerdim hep. Ama dün ve önceki gün dilime takılan şarkının sözleriyle oynama durumuna bende takıldım, müzik varsa bende varım gibisinden. Bir de cümlelerle oynamak benim işim gibi bir şeyden ötürü oldu bu konu biraz da bence... :)

Merve Özbey'in Yaş Hikayesi adlı şarkısını duymuşsunuzdur herhalde, bu sıralar çok konuşuluyor. Şarkı güzel ve manidar olmasa böyle çok konuşulmazdı muhakkak diyorum ben. Vurur Yüze İfadesi yaz, kendi durumuna uygun cümleyi ekle ve "birtanesi" kelimesini de cümlenin sonuna ekle. İşte akım bundan ibaret. :)

Bende dayanamayıp, üstte çekindiğim dünkü fotoğrafımla beğendiğimi belirttim İnstagram profilimde paylaşarak; "Vurur Yüze İfadesi, uzun çeneli miyim birtanesi? Vurur yüze ifadesi, bu akımı kim çıkardı ağzıma takıldı birtanesi?!" diyerekten... 2 tane cevap bile aldım; biri dostum Merom'dan, biri de tanımadığım bir hesaptan. Etkisinden 2 günde kurtulamadım, birkaç gün sürecek gibi kendisi. Saçma sıkıcı akımlardansa, bu tuttu gider bile bir süre. diyorum bir de... :)

Bazı akımlar demişken; internetin de, insanlığın da suyunu çıkartan akımlar var ki eğlencenin veya muhabbetin sınırını aşıyorlar bence. Sosyal Medya, eğlencenin dozajı kaçırılmazsa çok eğlenceli bir yer. Abartılı durumlardan uzak ve karşıda duruyorum kendimce. Eğlenme amaçlı, kimsenin canını sıkmayacak muhabbetlere varım yani bende. Sizin takıldığınız bir durum yok mu bu sıra?


Bugünün, 10 dakika öncesi ve 10 dakika sonrası şeklinde değişen gökyüzünün hali ile gideyim yeniden ben; çabuk dönebilmek dileğimle... :)

Bu geri dönüş yazısı olsun dedim işte bu arada, malum epeydir aralıklarla yazar oldum. Kaç haftadır Pazartesi gününden başlayıp yazdığım mı var Allah aşkına? Bu hafta dönmekte kararlıyım buralara. Benim bir bloğum var ve yazmayı çok seviyorum sonuçta. Yarından itibaren yeniden buralarda olmaya gayret edeceğim inşallah. Söz vermiyorum ama; neden diye sorarsanız Mustafa Ceceli'den gelsin yanıtım, Söz veremem, hayat bozar... "Maazallah"

(Kafiyeli yazmışım, istemsiz gelişti valla)

Sevgilerimle... :)

3 Ekim 2015 Cumartesi

Yeni Dönem; Kreşe Başladık Artık...



Geçen seneden beri hem endişelendiğimiz hem de beklediğimiz bir döneme daha giriş yaptık artık; şimdi okullu olduk... Dün biten haftaiçi ile, Kağanımın kreşe başladığı ilk haftayı bitirmiş bile çok şükür... :)

Yer yer zorlandık, yer yer uyum sağlar gibi hallerinin küçük işaretlerine sevindik durduk. Tüm haftanın konusu buydu bizim için; 4 yaşının içinde Kağanımız ve eğitime giriş yaptı artık maşallah. Büyüdü de, eğitim ve öğretim çağına bile geldi kuzu. Oysa daha dün gibi hatırımda doğduğu günün anısı. Tüm bu düşünceler altında, ailecek başladık işte eğitim ve öğretim dönemimize. Hakkımızda hayırlısı olsun cümleten inşallah, bizim ve tüm çocuklarımızın adına. 

İsim kartımız da vardı, 2 gün öncesine kadar. Okulun ilk günü vermişler bu kartları. Kağanın adını yazarken yanlışlık olmuş karalamışlar, bende iyice düzelttim karalama yöntemi ile. Son hali üstteki gibiydi. Sanırım 2 gündür okulda unutup geliyor, önceki gün okuldan döndüğünden beri yok ortalıkta kartı...


Nasıl geçti Kreşte ilk haftamız konusuna gelirsek; İlk hafta zorlayıcı olacaktı elbet, oldu da...


İlk 2 gün (Pazartesi-Salı) annesiyle gitti, alıştırma evresi olarak geçmiş; 1-2 saat tuttular ancak iki günde de. İlk günler Kağan da dahil, sınıfında ağlamayan tek kişi yokmuş. Ama alışmaları için çocukları sınıfa aldıktan sonra, anne ve babaları aşağıya yollamışlar. İlk 2 gün ablamla telefonda görüştükçe, Kağanımın sesini çığlıkla ağlayan çocuk seslerinin arasında bile net olarak algılayabiliyordum. Gitse idim dayanamazdım ki, telefondan bile azıcık dayanabildim ağlama sesini duyabilmeye... 

3. ve 4. gün ise (Çarşamba-Perşembe); anneannesi ile gitti ve öğleden sonra olmak üzere başladılar derslere. Kağan kreşe öğleden sonra gidiyor sadece, 4 saat kadar. Akşamları kendi gelmeye başladı servisle bu iki günde de. Annem biraz durduktan sonra kreşten kovmuşlar, gördükçe paçasına yapışıyormuş çünkü. 3. günü tüm öğleden sonra gidip gelmeye başladıkları gündü. İlk gün sayılır diye babam da işten fırsat bulup gitmişti mesela, video çekmiş benim için de. Akşam videoyu izlerken ilk başta sonuna kadar izlemeye dayanamadım valla, o mahsun oturuşu ve sürekli gitmesin diye dedesini kollamaktan önündeki oyuncakla oynayamayan halleri içime oturdu valla..

Ve dün ise; ağlaya ağlaya da olsa annemin Kağanımı servisteki ablaya teslim etmesiyle, tek başına gitti ilk olarak. Tek başına da geldi kuzum çok şükür... Bilgi almadan olmazdı, aynı binamızda oturan komşumuzun oğlu da Kağanımla beraber başladı ve aynı sınıftalar. Servise çocukları bindirdikten sonra, İnci abla arabaları ile gizlice arkalarından gitti okula. Ondan haberlerini aldık bizim çocukların; beraber epey ağladıklarını ama sonra sustuklarını öğrendik kreşin içinde. Kağan'ı İnci ablayı görene kadar yemek yemeye indiremediklerini ve İnci ablanın "hadi aşağı" deyişiyle indiğini. Ve sonra da, İnci ablayı kreşten kovduklarını... =)


İşte böyle. Asabi de olsa; değişken ruh halleri ile bir gitmeyeceğim diye ağlayarak, bir gideceğim diye anlık da olsa bizi şaşırtarak bu haftayı geçirdik. Bu hafta, sabahtan ablamın Kağanı bırakıp işe gitmeleri de, dedesini işe gönderme anlarımız da epey sıkıntılıydı. Ağlama temalı bir haftaydı çoğunlukla bizim için, değişken duygusal haller içinde. Ama böyle böyle de alışacak işte kuzularımız inşallah... 


Haftaiçinde de, öncesinde de, hep şöyle dua ettim; çok başarılı olması şart değil, yeterince başarısı ama mutlu bir öğrencilik hayatı olsun. Öyle bir öğrencilik ki; okuyup bitirdiğinde benim gibi, güzeldi ama bitti diyebilsin... Allahım tüm öğrencilere böyle bir okul hayatı nasip etsin. Sevgiler... :)


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...