24 Kasım 2016 Perşembe

Endoskopiye De Girildi, Saçlar Da Kesildi - (24.11.2016-Perşembe)


Korkulan bir rüya daha bitti bugün. Hani geçen hafta bu yazımda korkularımızla başa çıkmaya uğraştığımızdan ve haftaya -korkuyor da olsam- bugün için Endoskopi randevumuzun olacağından bahsetmiştim ya; bugüne yer yer korkuma yenilerek, korkumdan biraz arınarak, düşünerek, düşünmeyerek geldik ve nihayet bunu da atlattık. Bu sefer annemle beraber aynı operasyona girdik, önce ben sonra annem olmak üzere. İkimizin de 3. Endoskopi deneyimiydi. Çok şükür bunu da atlattık. İyi okumalar...


Önce Endoskopi'ye Girmek Üzere Uyandık Bu Sabaha...


Gemlik Devlet Hastanesi'nde ilk defa bir operasyona girdim bugün ve bu durum da beni büyük ölçüde korkutuyordu elbette. Saat 11.00'de orada olmamızı istemişlerdi; sabah uyku uyumak açısından rahat da olsak, iki defa uyandım ve yeniden uyudum her defasında. İkinci uyanışımda telefonumda dostum Meromdan gelen bir mesaj vardı ve bu sabahıma yardımcı olan bir mesajdı. İkinci uykumu daha da huzurlu uyudum. :)

Saat 10:10'a kurduğum telefonumun alarmı çalınca anneme çağrı attım ve geldi beni de kaldırdı, hazırlanıp hastaneye gittik. Endoskopi yapılması için bizi yönlendirdikleri yere asansörle çıkış olmadığı söylendi; merdivenlere kadar tekerlekli sandalyeyle gidip, merdivenleri babamın sırtında çıktım. Bugünün en kötü olayı bu oldu aslında, en önemli yer olan hastanelerin tek bir yerinin dahi engelli olmamasını tercih ederim! Annemi dosyamızı alması için diğer binaya yollamalarıyla beraber bir garip bekleme başladı benim için, stres dolu. 

Bugün korkumu en aza indirebilmiş halde gitmiş de olsam hastaneye, ameliyathane yazan bir koridorun ucunda oturmak yine de iyi değildi benim için. Üstteki fotoğrafımı operasyonu beklerken çektim, gerildiğim anlarda gülemediğimi fark ettiğimde. Hemşirenin isim ve soyisminin yazılı olduğu kaşeyi de görünce iyice mesaj algıladıysam da, buruk gülümsememi silemedim yüzümden. Derdim vardı benim o sırada, korkularım. Baktım uğraştım, ama operasyon öncesi ancak o kadar gülebildim... :) 

Ameliyathane yazan yerin sağ ön tarafındaki odada operasyon yapılıyor, onun karşısında resimde açık kapısından beyaz ışık görünen açık kapı ise operasyondan çıkartılıp dinlenmeye alınan oda...

Benden önce bir bayan operasyon odasının karşısındaki odaya çıkarılıp uyandırıldıktan sonra, operasyon odası yeniden hazırlandı ve bir abi gelip bana damar yolu açtı; benim stresim o zaman yeniden katlanmıştı işte... "Ben biraz korkuyorum esasında," diye damarlarımın inceliğinden de bahsederken."Sen sadece sakin ol, korkulacak bir şey yok." dedi bana güven vererek. Sonra annem gelene dek bekledik, dosya gelince bilgilerimi yazdı hemşire, imzalanacak yerleri ayarladı ve "annem git gide benzimin atmaya başladığını ve sakin olmamı" söyledi o sırada. Annemin sözleri ve teskin edici bakışları yeterli geldi aslında o anda...

Ameliyathane yazan kapının sağında kalan odaya girdiğimde yine başladı bir ara stresim ama... Şanslıydık ki operasyona giren anestezi teknisyeni ve yardımcıları çok iyilerdi... Beni sedyeye yan yatırdıktan sonra annemi çıkardılar, damar yolunu açan abiye tekrar "biraz korktuğumu" söylediğimde gözlerim doldu. Dostumun, annemin ve babamın söylediklerini ve de kendime verdiğim sözleri hatırlayıp kendimi sakinleştirmeye çalıştığımda daha iyiydim. O sırada anestezi teknisyeni sakinleştirici yapacağını söyledi ve sakinleştiriciyi damar yoluna enjekte ettiğini görürken gözlerimi kapattım. Hemen ardından ağzıma başıma takılan sistemle kısa bir ağızlık takıldı dişlerime ve bunu sıkıştırmam söylendi. Gözlerimi kapattım sonra yeniden, iyi şeyler düşünmeye başladım ve sonrası bembeyaz oldu etraf. 

Uyanmaya yakın hatırladığım şey beyazlıktı, beyaz bir koridorda dostumla konuşuyordum. Operasyondan hatırladığım tek şey bu. :) Gözlerimi beyazlıklar içerisinden açtığımda karşımda babam vardı, uyanamayıp geri yumdum gözümü. Babam biraz daha uyu dedi, uyudum. Tekrar uyandığım bir ara "bitti mi, annem nerede?" diyebildim. Annem o sırada hala operasyondaydı. 5-10 dakika sonra annemi getirdiler ben ayılırken. Annemi uyandırmaya çalıştılar, tepki verdikten sonra "Tamam ayılana kadar uyuyabilir o da." dediler. Zaman geçtikçe ayıldık, annemi uyandırdıkları gibi beni de uyandırmışlar başta ama ben hiç hatırlamıyorum o anları. Uyanıp kendimize geldiğimizde annem de hatırlamadığını söyledi ve deneyimlerimizi konuşurken hemşirenin gelmesini bekledik...

Sonrası daha da rahatlık oldu bizim için, "bunu da atlattık çok şükür" dedik bol bol. Bu stresi de atlattık. 2 saat kadar bir şey yemek yasaktı, 2 saat sonra çorba için yavaş yavaş sıvı gıdalardan katı gıdalara geçebilirsiniz dediler sonrası için de. Sonuçları Salı günü doktorumuzdan alacağız, çok şükür bu da bitti-gitti... :)


Ve bu da annemle dinlenme odasında hemşireyi beklerken yapmak istediğim damaryolu kardeşliği çalışmamız. :) Annem her ne kadar "manyaksın kızım sen" dese de gülerek, beni kırmadı ve o da bana uydu. 

Annem ile ilk defa aynı sıralarda operasyona girdik bugün; önce ben, sonra annem. Çok şükür sorunsuz atlattık ikimiz de. Konsültasyon formunda yazan risklerden ötürü endişeliydim, biliyorsunuz belki. Ve bu bizim ilkimizdi annemle... Allahım daha beter hastalıklardan ve daha ciddi operasyonlardan saklasın inşallah. Sonuçlarımızı Salı günü doktorumuzdan alacağız. Üzerimden öylesine bir yük ve korku gitti ki, daha rahatım ve daha da güveniyorum kendime bize. Çok şükür. diyorum, işte çok şükür.. :)


Saçlar Kesildi


Hastaneden kuaföre gittik sonrasında da. Hazır bugün hastaneye gitmek için dışarı çıkmışken kuaför işimizi de halledelim demiştik dün. Bu sefer saçları katlı değil, düz kestirdim. Annem de bu sefer daha kısa kestirdi. Soğuklara karşı dirençsizliğimden korkmasam daha da kısa kestirecektim bende ama yaza kısmet olur inşallah yine diyorum... :) Ama ben yine beğendim, fazlasıyla kullanışlı bir model daha deneyimlemiş oldum böylece. Gelsin şimdi boyunluk ve fular takma zamanları, daha da fazla inşallah... :)


Ve Endişesiz Gülebilmek, Streslerden Arınınca Mümkün...


"Korkularımızın esiri olmadan, korkularımızdan arınabilmeliyiz." demiştim. Bunu başarabildiğime mutluyum yine bugün. Ve başarabildiysem sevdiklerimin sayesinde de başardım ben bugün bunu. Annemin, Babamın, Dostum Meromun varlıklarıyla, beni desteklemeleriyle... Haftasonu sınavlarım var ve ben bugünden sonra onlar için bile son 3 gündür olduğu kadar endişeli değilim. Üstteki resim operasyondan sonra iyice uyandığımdan sonra gülebiliyor muyum diye deneyimlediğim resim. Korkularımdan arınabildiğim için gülebildim yine daha sonra.  Endoskopiye girdim, stres gitti ve kaygı da bitti demek ki... :)


Sağlık benim hayatımda en önemli değerlerin başında geliyor. Ve sağlık alanında, karşınıza hep iyi kişiler çıkmalı. Ve sağlık, dünyada en önem verilmesi gereken ve en bedava olması gereken alanlardan biri. "Allahım ne hastanelere düşürsün ne de hastanelersiz ve doktorsuz bıraksın." der annemler hep, bu sözle bitirmek isterim. Sağlıklı günler olsun, korksak da cesaret ve kendimize güven ile üstesinden gelebileceğimiz zorluklarla karşılaştırsın Allahım bizi. Allahım kaldıramayacağımız ve devasız dertler vermesin inşallah...

Sevgiler... :)


23 Kasım 2016 Çarşamba

Filmi Olan Kitaplar #7 - Bir Gün


Kitabı bitireli bir hafta oluyor ama gel gör ki üzerimden etkisini atamadım. Üzerimden atamadığım etkisi, hayal kırıklığının etkisiydi. Yani bestseller'lara önyargıyla yaklaşıyordum, artık yaklaşmayı geçtim daha da önyargılıyım. Gelin sebeplerini de söyleyeyim size; öncelikle kitabı okumamış kişileri hayal kırıklığına uğratmamak için bu yazıyı okumamalarını önererek başlayacağım, zira siz belki de benim gibi düşünmeyecek ve beğeneceksiniz kitabı bilemem sonuçta... :)

Bu ve bunun gibi diğer Filmi Olan Kitaplar yazılarıma buradan ulaşabilirsiniz...



O kadar gözlerde büyütülmüş bir kitap gibi geldi ki, aşk kitabı olduğu yönünde. Bence bu kitap aşk kitabı değil, hayat gerçeklikleri bakımından bir kitaptı. Aşk hikayesi açısından, ne bir konu bütünlüğü ne de bir anlatım şahaneliği bulamadım. Başarılar, başarısızlıklar, bağımlılıklar ve hayata tutunmalar ile tutunamamaları içeren bir kitaptı bence daha çok... Bu yönden yazarın emeğine sağlık, güzel bir anlatım var bu konularda. Öyle ki; bir ara kitapta Dexter'ın kendi çocuğuna karşı alkolle beraber savaş verdiğini okuduğum sahnelerde çok sinirlendim...

Bu benim görüşüm tabii, yine yineliyorum. Ama ben kitap bitene dek şunu sorguladım; bu iki kişinin mi aşkını anlatıyor? Yoksa kavuşamamayı mı? Çok aşırı bir eleştiri yapıyorum belki de ilk defa bloğumda bir kitaba ama bu bir aşk kitabı değil bir hayat kitabı olarak anlatılmalıydı bence. Ben kitabı elime aldığımda gerçekten okuduğum aşk kitapları gibi bir aşk kitabı beklemiştim. Beklentim çok büyüktü galiba, beklediğimi bulamadım...

Kitap "beklentimin de büyüklüğünden ötürü"uzun zamandan beri en zor okuduğum kitaplardan biri oldu. Çok uzun kitaplarda gerçekten bu hayal kırıklıklarını bazen yaşayabiliyorum, bazen de öyle oluyor ki elime aldığım kitap 700 sayfa bile olsa bitsin istemiyorum. Benim için Filmi Olan Kitaplar'dan okuduğum kitaplar içerisinde, filmi güzel olan kitaplardan biriydi...


Bir Gün kitabından uyarlama filmine gelince;


Filmde sevdiğim birkaç sahne vardı ama öncelikle oyunculara geleceğim. Başrol oyuncuların, kitabı okurken canlandırdığım kişilere uyan oyuncular olduğunu gördüğümde şaşırdım. Emma sanki gerçekten Anne Hathaway'miş, Dexter ise Jim Sturgess'miş gibiydi. Filmin sonuna dek tamamen gerçek karakterlerdi onlar benim için, bu hikayenin gerçek karakterleri...

Filmdeki aşk daha gerçekti. Ama filmde de kitaptaki umutlar, başarılar ve başarısızlıkları içeren hayat hikayesi daha iyi ele alınamamıştı mesela. Filmi Olan Kitaplar'dan en zorlandığım yazı bu resmen. Filmi ile kitabı bir olan ama bir o kadar da bir hissettirmeyen, anlatım açısından değil benim açımdan, bir hikaye idi Bir Gün benim için... 

Her senenin 15 Temmuz'unda görüşen Emma ve Dexter'ın kaybettiklerine çok üzüldüm. Hep erteleyişlerine, hep kaybedişlerine onlar kadar göz yumamadım. Yıllar Geçiyor demekten vazgeçmeyen ben, üzülmem normal biraz galiba. Zaman akıyor, kaçırmamak için aşkı görmezden gelmemeli aslında. Keşke biz insanoğlu yapabilsek bir de bunu tabii ki...


Üstteki resimde filmde beğendiğim sahneleri fotoğrafladığım kareler var; 

Birinci karede; filmin başlangıcında 15 Temmuz tarihi sabit dururken mavi ekranda, yılların tarihleri akıyor. Hayat cidden böyle, bunu görmek daha da üzdü beni biraz...

İkinci karede; bisikletiyle giden Emma var, kitapta anlatılmayan bir bölüm olduğu için alıntılamıştım. Emma'nın kazası... Neden bilmiyorum ama kitapta hiç hatırlamıyorum bunu anlattığı bir yer. Sadece 15 Temmuz üzerine odaklanıldığından bazı konular atlanmış kitapta. Filmde bunu yorumlamış mı yoksa öyle değil mi emin olamadım...

Üçüncü karede; Emma ve Dexter'ın bir kavuşmaları. Ya sanırım bu en sevdiğim sahneydi, kısa da olsa... :)

Dördüncü karede ise; Dexter ve kızı. Kitapta okurken kızdığım Dexter'a sempati duydum filmde resmen. Yani size ne kitabı okumayın ne de filmi izlemeyin diyemem. Eminim ki, birçoğunuz kitabı okunup beğenecektir de. Ama bana kitap okumama rağmen fazla hitap edebilmiş değil... 


Filmden Alıntıladığım sözler de var elbette

Güzel olan hiçbir şey kolay değildir.
Birini sevmek ama ondan hoşlanmamak… (Ki mümkün)
Yarın ne olursa olsun, bugün yaşanmış olacak…


Gibi... "Yarın ne olursa olsun, bugün yaşanmış olacak." En sevdiğim söz oldu. Yarın ne olursa olsun, bugün yaşandı ve bitti. Bu yazı da yazıldı ve bitti. :) 

Sevgilerimle, okuduğunuz için teşekkür ederim...

20 Kasım 2016 Pazar

Korkularımızla Başa Çıkabilmeye Uğraşıyoruz


Yeğenim ve ben, bu hafta korkularımızla başa çıkabilmeye uğraştığımız bir hafta geçiriyoruz. Önce ben giriştim bu işe Salı günü, Perşembe günü de Kağanım. Bu dediklerim bir çırpıda olmadı ama tabii, günün ve haftanın bize getirdikleri dahilinde gelişti başa çıkabilmek durumunda kalmalarımız. Korkular ki, hayatı daha derinden yaşamamızı sağlayan bir gerçeği bu dünyanın... Anlatmaya başlayayım o zaman bende size, neler oldu neler bitti korkularımız dahilinde... :)


Geçen hafta Cuma günü annem ve benim yıllık sağlık kontrollerimizi yapmaya başladığımız gün oldu bu sene için. O gün beraber Genel Cerrahi Polikliniğine gidip Gastrit problemimiz için kontrol olmaya... Annemin de benim de şikayetlerimiz epeydir katlanarak devam eder halde. Annem de asitle beraber, bende çiğ olan bazı sebzelere hassasiyet ile beraber... Derken nihayet gidebildik Genel Cerrahi Polikliniğe ve kontrolden sonra önce ultrason sonra da Endoskopi isteğinde bulundu doktor. 

Endoskopi, anestezi yapıldıktan sonra ağızdan mideye kameralı hortum atılması demek kısaca. Bu beni korkutuyordu ama anestezi bölümüne gidene kadar daha sakin bir korku idi bu. İlk defa yaptırmayacağım sonuçta ama ilk defa bir rıza belgesi ile karşılaştım o gün, risklerin her türlüsünü kabul ettiğime dair maddelerin sıralandığı bir belge...

Anestezi odasına girmeden önce elimize aldığımız riskler belgesinde hafif şeyler bekliyordum ben; ama hafif başlayan maddeler, ağır risklere doğru gitmeye devam etti. O sırada insan şunu diyormuş; "Bu riskleri niye kabul ediyorum ki ben?". Bu dediklerimden sonra, kabul etmeyeceğime ve bu işlemi yaptırmayacağıma dair vazgeçme anlarını bile yaşadım. Ama annem ve babam rahatsızlıklarıma katlanıp katlanamayacağımı sordular, saatler süren şişkinliklerin kalbimi ve nefesimi daha da fazla yormaya başladığı anları. 


Yani, her halükarda riskler vardı etrafımızda...

Biliyorum bende, en küçük bile olsa her operasyon risk taşıyor ama o gün imzalayacağım belge bana ağır geldi. Başta konuşmayla devam eden itirazlarıma, minik gülme çapında gözyaşlarım da eklendi. Bu korkumun getirdiği davranışlarımdı. Hemen sakinleşemedim, "anladım kabul ediyorum yazısını da ismimi ve imzamı atmamı da" hemen gerçekleştiremedim. Birazcık gülme krizi gelmiş halimle bekledim, sonra düşündüm. Evet annemin dediği gibi ben bu işlemi iki kez yaptırmıştım, ama o zamanlar reşit değildim ve bu belgeleri ben imzalamamıştım. Tüm belgelerimi annem imzalıyordu ve bu riskleri bu kadar detaylı değil de yüzeysel girmiştim o operasyonlara. Şimdi benim korkum daha da fazla can tatlılığındandı, somut olarak daha da farkında oluşumaydı... 

Bu zamana kadar girdiğim her operasyonda (Kas gerdirme ameliyatı, endoskopi, anjiyo), aklımda tek bir ihtimal vardı; her operasyon her türlü riski içinde barındırır. O zamanki cesaret anlarımı düşünüp o belgeyi nihayetinde imzaladım. Ama o koridor bana geri kalan hayatımda ne yapacaklarımı, ne yapmak istediklerimi ve de neleri yapmadığımı düşündürdü; tıpkı diğer küçük büyük operasyonlarım ve sevdiklerimin operasyonlarında olduğu gibi...

Derken bu hallerle Anestezi doktorunun onayından bu operasyona girebileceğime dair onayı almak için odaya girene kadar sürdü bu hallerim. Girdiğimde kas erimesi hastalığımı, tam tanısını, kalp rahatsızlığımı ve bilimum şeyleri anlattım. Sonra ben sormaya başladım; "Ben biraz tedirginim bu operasyon için, operasyona kimler girecek, kim yapacak?" Anestezi doktoru olduğunu söyleyen abi "Ben anestezi ekibimle beraber gireceğim, korkmana gerek yok." dedi. Bunu söylemeden öncesinde hastalığımın tam tanısıyla ilgilenip bu rahatsızlığını bildiğini bildirmesi bile yeterli gelmişti zaten. Kalp doktorumun kontrolü ve onayını istedi, bakışları ve gülümseyişleriyle bana güven verip korkumun bir kısmını da onlar aldı götürdü...

Veri raporlama uzmanı olduğu kartında yazan abla, "Beni ne zaman çağırırsan, ben yanında olabilirim." dedi gülerek. "Adınız?" dedim, kartını gösterdi. Teşekkür ederek, adını aklıma not ettim. Çağıracağımdan emin olabileceğini belirttim, bir stres altına girdiğim anda... :) Can tatlığını düşünmeyi de, kötüyü çağırmayı da es geçtim. Ben canımdan da değil, yaşayabileceğim zorlukların risklerinden korktum daha çok. Ama bu korkuyu da atmam ve daha doğrusu bu korkuyla bir kez daha -hem de bu sırada- karşılaşmam gerekiyormuş... 

Velhasıl bir önceki yazımda belirtmiştim; "Birimizin enerjisi akıp da kimlere kimlere umut oluyor ve etkiliyor hiç düşündünüz mü?" Gülen Suratlar'a sahip o abla ve abi sayesinde de oldu biraz cesaretimi toplayabilmem ve yapabileceğime inanmam. Ben bir kez daha düşündüm, kimlerin enerjimizi ve umudumuzu olumlu yönde etkileyip etkileyemediğini... :)


Derken Perşembe günü geldi çattı, o sabah ise Nöroloji randevumuz vardı. Annem ile aynı anda girdik, şikayetlerimizi belirtip kan ve MR testlerine yönlendirildik. Kan testimizi verdik, MR'dan randevu aldık, doktorumun verdiği bir ilacı almak için Gemlik'imizin meydanındaki Bursaspor'un Timsah heykelinin hizasında bir yerde annemi beklemeye koyulduk. Kağanımın dikkatini çeken Timsah hayvanının yaşam koşulları oldu. Ve bu konuda sorular sormaya başladı;

"Teyze, Timsahların dişleri çok güçlü değil mi?" 
"Evet Kağancım çok güçlü."

"Teyzecim, Timsahların kemikleri var mı?" 
"Var Kağancım ama bizim kemik yapımız gibi değil."

"Kuyruğunda da kemik var mı?"
"Var diye biliyorum Kağancım ama eve gidince emin olmak için bakarız."

"Timsahlar ıssırır teyze değil mi?"
"Evet, doğaları gereği Kağancım."

Bu sorular zamana yayılarak sürdü gitti. Ben-babam ve Kağan gerek bu konuda, gerekse başka konularda fikir alışverişleri yapa yapa bir 10-15 dakikayı geçirdik arabanın içinde. Derken babam bir süre sonra, "Seni heykelin üzerine çıkarıp fotoğrafını çekelim ister misin Kağan?" diye sordu Kağan'a. Kağan, "Hayır istemem." dedi. Nedenini sorunca da, "O beni ıssırır bence, ben korkuyorum." cevabını verdi. Onun bir heykel olduğunu ve de ısıramayacağını belirttik elbette ama yeğenim ısrarla onun korkunç olduğunu ve ısıracağını söyledi. Aslında bıraksak korkusu sürer miydi bilmiyorum ama o korkusunun kalıcı olmamasını istediğimiz ve Gemlik'te yaşadığından ötürü bolca da o heykelini göreceğinden ötürü korkmaması gerektiğini düşündüğümüzden babam heykelle temasa sokup onu ikna etmeyi harekete geçirdi. 

"Gel yanına gidelim de gör ısırmayacağını. Hem dedene güvenmiyor musun? Sana zarar verecek bir şeye izin vermek ister miyim?" dedi babam. Arabadan çıktıysa da direksiyon başından inip arka taraf kapısını açtığında, "Hayır gelmeyeceğim." cevabını aldı yine Kağan'dan.  

Ben babama, "en iyisi bir yanına git baba heykelin görsün Kağan da bir zararı olmadığını" dedim. Babam heykele giderken Kağancım hala "Gitsin de dedem göreyim bir." diyordu. :) Babam gitti, timsah heykelinin ayağına ve ayağının altındaki topa dokundu. "Gördün mü Kağan, o sadece taştan yapılmış bir heykel." dedim ve babam gelince Kağan ikna olmuş şekilde açılan kapıdan indi böylece. O sırada annem de geldi telefonu ayarladı ve geçtiler kamera karşısına. Heykelin oraya çıkarttıktan sonra tereddüt içerisinde de olsa, korkma meselesi birazcık hala devam ediyor da olsa o fotoğrafı çekene dek durdu Kağanım. 

Üstteki fotoğrafta; Sağdaki fotoğrafı arabanın içinden ben, soldaki fotoğrafı da heykelin önünden babamlar çekti. Kağanım heykelin yanından indikten sonra mutlu ve korkusundan arınmıştı. Korkuyor musun Kağan? diye sorduğumuzda "Hayır" dedi. "Ama hala korkunç bence." diye de ekledi... Benim için bu sözler, Kağanım da korkusuyla başa çıkmış demekti... :)


Teyze-yeğen korkularımızla başa çıkabilmeye ve üstesinden gelmeye çalışıyoruz. Bu hafta böyle geçti. Haftaya Perşembe annemin ve benim Endoskopi için randevumuz var. Küçük operasyonlarda bile, insan hayatı sorguluyor. Yaşadığımız hayatın şu an'ı bile risklerle dolu, deyince kendime bunu sağlık için yapmam gerektiğini kendime bir kez daha belirtmiş oluyorum. Korkumun üstesinden epey gelebildim, kendi kendimle ve ailemle konuşarak. Perşembe gününe gelince de; annemle beraber o damar yollarını açtıracağız anesteziyi vermelerine izin verecek ve herşeyin hayırlısıyla ve güzelce geçip gideceğini düşünerek o operasyon gününü de atlatacağız. 

Kısacası, "korkularımızın esiri olmadan korkularımızdan arınabilmeliyiz" diyorum. Riskler almamızı değil, korkularımızın üstüne de gitmeyi değil, şartların gerektirdiği şekilde cesur davranabilmemizi diliyorum bizlere. Bu gerekirmiş hayatı ve yaşamayı şartlar dahilince göğüslemeye, ben bu hafta bunları anladım işte. Sevgilerimle... :)


14 Kasım 2016 Pazartesi

Gülen Suratlar



Geçen haftanın Pazartesi'sinin yazısıydı aslında bu, resimler de geçen haftanın başlangıç gününden Pazartesi'den (07.11.2016-Pazartesi).

O gün annemin anneannesi Toprak'ı bize bırakıp hastane kontrollerini yaptırmaya gitmişti (Toprak; annemin küçük teyzesinin oğlu, yani annem ile Toprak kuzenler.). Sabahtan kalkıp da salondaki koltuklarımıza oturana dek; evin içinde çocuk sayısı birken iki olmuştu o gün, garip ama güzeldi yine benim için bu durum da... Onlara kahvaltı ettirme meselesinin çözümünü annem peynirli omlet yapmakta bulmuştu, bana da gülen suratlar yapmak kalmıştı yine. Böyle anlarda gerekli olan malzemeler kahvaltılık namına ne varsa sofrada onlar oluyor. Bizim için o gün; zeytinler gülen suratlarımızın gözleri, maydanozlar kaşları, salatalıklar kulaklarını, biberler de ağızlarını ve burunlarını oluşturdu... 

En güzeli o sabah neydi biliyor musunuz; sofrada onların gülerek ve beğenerek gülen suratlarla tamamladığımız omletlerini yerken, bol bol teşekkür etmeleri ve de çok güzel olmuş diye daha da istekle yemeleriydi. Gözlerinin dolu dolu gülümsemeyle bakmaları çok güzeldi. Beni o gün en çok onların o halleri mutlu etmişti... :) 

İki çocuk bir araya gelince ne kadar çok kendini kaybederse, Toprak ile Kağan da çoğu zaman böyleler. O gün de biraz uyumlu ama bir o kadar da yer yer birbirlerini kızıştırmaya da meyilliydiler. Çocukların dünyası o kadar saf ve güzel ki, ne yapmak isterlerse işte, akıllarına eğlence ve küçük kazanmalardan mutlu olabilmeler üzerine ne gibi fikirler düşerse onları yapıyorlar. Onları gülerken ve mutlu görmek çok güzel... İkisi de zaman zaman peynir yemeyen çocuklar ama böyle olunca nasıl da yediler diye sevinerek kahvaltı ettik işte o gün, eğlenceli atışmaları ve ben daha çabuk yedim sen geride kaldın tartışmaları eşliğinde... 

O gün ister istemez şunu da hatırladım; ilk böyle omlet üzerine Kağanıma süsleme yaptığımızda, Kağan küçücüktü 1 yaş veya 2 yaş sıkıntısı vardı o zamanlarda. Yıllar yıllar geçti üzerinden, çok şükür sağlıkla ve geçecek de yıllar daha hayırlısıyla...



Gülen Suratlar üzerinden güzel dileklerime bağlayacaktım geçen hafta yazacak olsaydım bu yazıyı, güzel dileklerim hepimizin gülen suratlarla etrafımızın çevrilmesinden yana... Gerek yiyeceklerimizin üzerinde, gerek vereceğimiz mesajlarda, gerek çocuklarımızın ve ailelerimizin gerekse de sokakta hiç tanımadığımız birine karşı... Etkileşimlerimizin iyiliği, tanıdık tanımadık hepimizle, dünyamızın iyileşmesi ve olumlu yönde dönmesi adına önemli... Bu dünyada hepimiz birbirimize lazımız. Birimizin enerjisi akıp da kimlere kimlere umut oluyor ve etkiliyor hiç düşündünüz mü?

Bugün ben bunu bir kez daha farkettim. Etrafımızda hep gülen suratlar olmasını istiyorsak kendimizden başlayalım olur mu? Güne iyi başlamak istiyorsak, önce kendimizden başlatalım devrimi olur mu? Bu gülen suratınızı aynada yansıtmaktan tut, bir gülen surat sembolünü hayatınıza yansıtmaktan ibaret olabilir... İnanıyorum ki; dünya biz gülen suratlar sayesinde daha güzel olabilir. Sevgiler. :)

:)

10 Kasım 2016 Perşembe

Şiirlerle Hayat #16 - Saat 9'u 5 Geçe


Ortaokuldaki 10 Kasım'larımı hatırlıyorum her 10 Kasım'da; kasımpatı çiçekleri ellerimizde, Atatürk'ün büstüne anma töreninde bıraktığımız 10 Kasımlar... Sonra 10 Kasımlarının öğlenden sonralarında okulumuzun büyük salonunda, mutlaka izlediğimiz Sarı Zeybek belgeselini hatırlıyorum. Bir de her 10 Kasım günü okuldan dönüşte, ağlaya ağlaya çıktığım evimizin merdivenlerini...

Hep duygulanmışımdır 10 Kasımlarda, vatansal duygularla daha da başka. Sarı Zeybek belgeseli en sevdiğim belgesel, kasımpatıları da en duygusal çiçekler olarak kaldı hayatımda...

Derken hayat boyu ne şiirler ezberledik böyle, hayatımıza ülke ve millet sevgisini içimize katan şiirler; bunlardan biri Saat 9'u 5 Geçe şiiri oldu, ezberimde kalan Atamla ilgili şiirlerden biri... "Bazı borçlar vardır ödeyemezsin." diyorlar, "Olmasaydın, Olmazdık." ve "O büyük bir liderdi.". Evet bunlar benim için de hep geçerli oldu. Atamız ve onunla beraber nice bu vatan uğruna kanını dökmüş yiğitler... Sayelerinde varız, iyi ki bu vatanı ve bu satılamaz değerleri bizlere armağan etmişler. İyi ki varmışlar...

Bu yazı Atama, atamla ve atam gibi vatanını seven ve koruyanlara sevgi, saygı ve özlemle...


Bu alttaki şiir, benim ezbere yazdığım bir şiir. Bugün 10 Kasım, Mavi Gözlü Dev'in bu dünyaya gözlerini yumduğu yer. Ama insan unutulunca ölürmüş esas anlamda, Atamı unutmayacak nice insanlardan biriyim bende. Ruhu şad, toprağı bol olur inşallah. Değerlerine sadece hatırlayarak ve hatırlatarak da olsa sahip çıkacağıma inanıyorum... Bugün matem günü değil, Atamızı anma günü. Bize böyle öğretildi, ben ve biz de bunu yeğenime ve nesillerimize öğreteceğiz inşallah. Şiirlerle Hayat'ta da bugün 10 Kasım'a özel işte,, Saat 9'u 5 Geçe şiiri var... Not; Sarı Zeybek'i izlemeyenlere de öneririm izlemenizi, etkilenilmeyecek ve izlenilmeyecek gibi değil bence... Sevgilerimle... :)

Saat 9'u 5 Geçe

Saat 9'u 5 Geçe 
Atam Dolmabahçe'de
Gözlerini kapamış, 
bütün dünya ağlamış.

Doktor doktor kalksana, 
Lambaları yaksana
Atam elden gidiyor,
Çaresine baksana.

Uzun uzun kavaklar
Dökülüyor yapraklar
Ben Atama doymadım
Doysun kara topraklar.

Müze müzeye bakar
Müzede Atam yatar.
Atamın çocukları
Atama selam çakar.

...

Not; Bu şiirin anonim olduğunu öğrendim, Atatürk'ün ölümü üzerine Kırşehir yöresine ait bir maniden uyarlanan bir şiiirmiş. 10 Kasım'ı küçüklüğümüze dair öyle anlatıyordu, resmen ortaokul yıllarıma geri döndürüyor hala. Peki ya sizin 10 Kasım'larınız nasıl geçerdi? Atamızın izinde, ülkemizin yeniden güzel günlere doğru gittiği günlere olsun inşallah. Sevgiler...

6 Kasım 2016 Pazar

Olmadı...


Bazen olmuyor; imkanlar dahilinde değil, yaradanın yarattığı dahilinde olmuyor. Olaylar yaşanıyor, olsun istediğin ve öyle olmasını can-ı gönülden umduğun bir şey için geceli gündüzlü dua ediyorsun, "olacak ya, neden olmasın ki "enerji!"" diyorsun......

Bu yazıyı yazmamak için çok uğraştıysam da, baktım ki bloğumda yazmadan olmuyor. Bu hayatta olmadığını gördüğüm halde çabaladığım çok şeyi sürdürüyorsam da, bir tek şeye olmadığında baştan başlayabilme imkanı bulmakta çok zorlanıyorum; o da "ölüm" kavramı... Bu kavramı 2010'dan sonra kullanamaz olmuştum bir süre. Kaybettik demek daha mantıklı geliyordu, en yakın dostumun bu dünyadan ayrılışından bahsederken. Şimdi yine aynı şey oluyor, üstelik bu sefer sadece adını-sanını-yakınlarını-fotoğraflarını-hayatımızda ve akrabalarımız arasında olan varlığını bildiğim biri için...

"İyi Olacak" demiştim, bundan 15 gün önce. Zamanı gelecek diye düşünüyordum, "İyi Oldu" yazmamın. Ama ne yazık ki olmadı. Bir akrabamızı kaybettik, üç hafta önce bir Salı günü. Bir önceki Salı günü başına gelen talihsiz bir kaza, bir sonraki Salı gününe kadar umutlarla beklenen iyileşti kelimesi yerine "maalesef " kelimesi geldi. Benim üzüntüm, bizim üzüntümüz belki hiç; en yakınlarının üzüntüsünün yanında... Allahım biliyor ya, çok umutluydum ve umutluyduk; iki pazar öncesinde Pazar günü yazdığım yazıda da yazmıştım burada. Maalesef olmadı...


Allahım rahmet eylesin, mekanını cennet toprağını bol eylesin inşallah Çağrı Temel'in; çok üzgün haldeyiz bahsettiğim sürelerden beridir. Ama yapacak bir şey yok işte... Tüm vefat eden yakınlarımıza ve sevdiklerimize, bol rahmet ve bizlere de bol sabır olsun inşallah.


Bu yazının devamında diyeceğim her şey, ölüm gerçeğiyle ilgili. Bitirmek istediğim neler varsa onlara yöneldim bir süredir, daha da çok yani. Korktuğum için değil ölümden, ölmeden önce yapmalıyım dediğim şeyler için. Sevdiklerime daha da çok yönelmekten tut, daha da fazlası. Olmadı, üzdüm birilerini, dememek için daha çok "ölüm var" demeye başladım kendi içimde. Varlığını bile bile hatırlamaktan bazen yoksunlaştığım kavrama daha çok ehemmiyet verdim gibi bir şey bu. Sizden ricam, ertelemeden ve daha fazla önemseyerek yaşamaya devam etmek hayatlarımıza...

Ölümün olduğu bir dünyada, ne kadar çok kırıyoruz birbirimizi demiştim; Didem'in Gözünden adlı bloğumdaki bu yazımda. Bu yaptığımız hatalardan sadece bir kısmına örnek, öyle çok hata yapıyoruz ki aslında bu hayatta; bilerek, bilmeyerek, sevdiklerimizi kırarak, hayatı erteleyerek, umarak, bekleyerek, kurarak, kin tutarak, durarak... Daha da fazlasıyla...

Rüyalarımla da başım dertte biraz bir aydır; onlar bana bir açıdan yol gösteriyorlarsa da, bir o kadar da korkutuyorlar bazen... Bilinçaltımda neyi dert ediyorsam, bir kısmını görüyorum resim şeklinde bile olsa rüyalarımda. Bunlardan da ders çıkarmaya çalışıyorum. rüyalarımdan kendimi anlamaya çalışıyorum. Bir yandan da bilmiyorum, kendimi anlamlandırma sürecime yeniden başlıyor gibiyim; buna da devam ediyorum. Allahım sabrını versin cümlemize, hayatımızda bize verdiği sınavların. Bu sınavlardan başarıyla başlarımızı ve ruhlarımızı kaldırabilmemiz dileğimle...

Sevgilerimle, ben yeniden buralardayım. Sizlerde orada ve iyisinizdir inşallah...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...